Antik diller hocası ve dil aşığı, her şeyi kuralına uygun yapan, değişimden hoşlanmayan, yaklaşık on yıldır tek başına Bern’de yaşayan 57 yaşındaki Gregorius bir gün trajik sayılabilecek bir şekilde tesadüfen karşılaştığı bir kadından duyduğu Portugués (Portekizli) kelimesinin büyüsüne kapılarak bambaşka bir hayata doğru yola çıkar: Lizbon’da yaşamış ve ellili yaşlarında anevrizmadan ölmüş, dil aşığı, hem katı hem de çok insancıl ve erdemli bir bakışı olan doktor Amadeu Prado’nun hayatına. Prado’nun hayata, aşka, ölüme, dine (tanrıya meydan okuyan mezuniyet konuşması inanılmazdı!) ve pek çok şeye dair notlarının ışığında onun kız kardeşleri, kız arkadaşı, daha sonra kopmak durumunda kaldığı en yakın dostu, direniş sırasında birlikte hareket ettiği isimlerden hayatta olanlara ulaşıyor. Hem notlar hem de Prado’nun en yakınlarından yola çıkarak bu saygı duyulası ve hayran olunası adamı (ben feci hayran oldum, söyleyeyim) derinlemesine tanıyor.
Bendeniz de filolojiye tutkun olduğum ve bazı bazı bir kelimenin büyüsüne kapılıp gittiğim; ana karakter Gregorius’a kişilik özellikleri bakımından şaşırtıcı derecede benzediğim; ayrı ayrı ve birlikte de “gece” ve “tren” yolculuklarına bayıldığım için favori romanlarım arasına almakta hiç zorlanmadım kendisini.