Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Bizim Hep İnanmamızı İstediler - 1. Kitap

Ma'amin- Bizim Hep İnanmamızı İstediler

Gürkan Hacır

Ma'amin- Bizim Hep İnanmamızı İstediler Gönderileri

Ma'amin- Bizim Hep İnanmamızı İstediler kitaplarını, Ma'amin- Bizim Hep İnanmamızı İstediler sözleri ve alıntılarını, Ma'amin- Bizim Hep İnanmamızı İstediler yazarlarını, Ma'amin- Bizim Hep İnanmamızı İstediler yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
312 syf.
1/10 puan verdi
İçimizdeki Yağı İşbirlikçisi Betik Yazmış
Betiğin her bölümünde, belgelere ve bulgulara dayanan kanıtlanmış, yaşanmış olaylara, durumlara, tarihe adeta takla attırılarak yağıların Türklere benimsetmeye çabaladıkları yalanlar, yalan değilmiş gibi anlatılmış. Bu alçaklıkları yazan, Atatürk’e, Türklere, Türklerin tarihlerine, … vb. dolaysız bir biçimde hakaret, küfür etmemiş ancak bazı yaşanmışlıklara ortalama IQ’ya iye (sahip) birinin hiç de bakmayacağı biçimde bakarak dolaylı anlatım yoluyla okuyucuları “Size hep böyle anlattılar ancak ya böyle değil de şöyleyse?” gibi kuşkuya düşürecek biçimde anlatmış. Her bölümde, yurttaşlarımız Atatürk’ten, Türklüklerinden, tarihlerinden kuşkulansın diye yalan, iftira, uydurma, cımbızlama, örtme gibi yöntemleri kullanmış. Her bölümde, Atatürk’e dolaylı olarak iftira attığı yetmemiş bir de ayrı bölüm açıp orada iftiralar atmış. Attığı iftiraların bir bölümü şöyle: Almanlar Yahudilere soykırım uygulamamışlarmış, Çanakkale Savaşı Alman komutanların buyruğundaki Türk erlerle elde edilmişmiş, bizim komutanlarımızın payı yokmuşmuş, Atatürk’ün manevi çocuklarıyla ilişkisi varmışmış, Kurtuluş Savaşı’nı İngilizler sayesinde Türkler elde etmişmiş, Türkler azınlıklara kötü davranmışmışlar (Burada Türklere yapılan soykırımlardan hiç söz etmemiş.), mübadelede giden azınlıklar sevgi pıtırcıklarıymışmış, … vb. Kahramanlarımızı hain, hainleri kahraman yapmış. Savlarının tümünün yalan olduğu, hiç kaynak gösterememesinden de belli. Yağılara betik yazdırsalar ancak bu denli iftira atarlardı. Gürkan Hacır gibiler olduğu sürece başka yağıya Türklerin gereksinimi yok.
Ma'amin- Bizim Hep İnanmamızı İstediler
Ma'amin- Bizim Hep İnanmamızı İstedilerGürkan Hacır · Profil Yayıncılık · 201220 okunma
Fakat Celal Bayar daha akıllıca davranarak, 5816 sayılı “Atatürk'ü Koruma Kanunu'nu meclisten çıkardı. Tarih 31 Temmuz 1951'di. Buna göre Atatürk'ün manevi şahsiyetine yönelik hakaret içeren her eylem hapisle cezalandırılacaktı. Ne kadar ilginç değil mi? CHP üyesi bir tarikat mensubu Atatürk heykellerini parçalıyor, Demokrat Parti ise Atatürk'ü koruma altına alan bir yasayi yürürlüğe sokuyor. Peki Ata’nın heykellerine yapılan bu saldırılar karşısında CHP ne yaptı dersiniz? Saldırıları Tel’in mitingi! Ve bunu bir kampanyaya dönüştürdü. Atatürk'ün aziz hatırasina hakaret ediliyordu. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi Celal Bayar son derece akıllı davranıp yasayı meclisten çıkarmıştı. Artık Atatürk’ün aleyhine eylem olamayacaktı.
Sayfa 260Kitabı okudu
Reklam
Dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, sert ve otoriter bir yöneticiydi. Atıyla ve elinde kırbacıyla Ankara sokaklarında adam dövdüğü bile konuşulurdu. Sabahattin Ali ile Nihal Atsız’ın dergi köşelerinde başlayan ve Atsız’ın Başbakan Saracoğlu'na yazdığı ünlü mektupla hareketlenen sokaklar belki de ilk kez sağ ile solu karşı karşıya getirmişti. Cumhurbaşkanı İsmet Paşa ise hem sağa hem de sola darbe vurma hazırlığındaydı. Halen Türkçülük günü olarak kutlanan 3 Mayıs günü milliyetçi gençler Ankara adliyesine gelirken ve mahkeme çıkışı gösteriler yapmışlar ve başbakanlığa kadar yürümüşlerdi. Bu gösterilerin başrolündeki isimlerden biri de Osman Yüksel Serdengeçti'ydi. Serdengeçti polis tarafından yakalanmış ve Ankara'nın Valisi ünlü Nevzat Tandoğan’ın karşısına çıkarılmıştı Vali Tandoğan’ın eylemci Serdengeçti'ye söylediği söz Türk siyasi yaşamının unutulmazları arasına girmişti. “Ulan öküz Anadolulu! Sana mı kaldı Türkçülük? Bu memlekete komünizm de lazımsa biz getiririz, Türkçülük lazımsa da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var. Birincisi çiftçilik yapmak, ikincisi çağırdık mı askere gelmek!"
Sayfa 180Kitabı okudu
1 Kasım 1928'de yapılan harf devrimine hep dikkatli yaklaşırım, çünkü bu devrimle toplum bir gecede dilsiz kalmış, dahası yeni dile adapte olacağım derken eski dilinin tüm kültürel zenginliğinden hızla kopmuştu. İçerisinde başka dillerden sözcükler de bulunmasına karşın, kaldınldığı güne kadar Osmanlıca tam 80.000 sözcükten oluşuyordu. Oysa şimdi kullandığımız dil yaklaşık 30.000 kelimedir. Yani biz Osmanlı'ya kaybederken sadece toprak kaybetmedik, aynı zamanda çok büyük bu kültürel mirasımızı da yitirdik. Dilde sadeleşme ve özleşme çalışmalan beraberinde edebi bü tasfiyeyi de getirdi. Kendi edebiyatımızı, tarihimizi okuyamaz olduk.
Sayfa 166Kitabı okudu
Cumhuriyetimizin resmi tarihinin temel metnini "Nutuk” olusturur. Ama Atatürk'ün 1927 yılında kaleme aldığı Nutuk, tarihi degerinden çok, siyasi bir metin olarak algılanmalıdır. 1926'da (Gazi'ye Suikast Davası'yla) İttihatçı temizliği yapılmış, Osmanli'yla yarım kalan hesaplaşma tamamlanmıştı ve Nutuk, Atatürk'ün tüm bu olanları açıklama ihtiyacından doğmuştur. Bu anlamda Nutuk bir siyasi cevap metnidir. Oysa biz ne yapıyoruz? O metni esas alarak bütün tarihimizi yazmaya soyunuyoruz. Bu da tabii ki yanıltıcı oluyor.
Sayfa 154Kitabı okudu
“Hakikat” tuzunu kullanmadan yaptığınız her yemek tatsız, yavan kalır. Önce hakikati bilmeniz gerekir.
Sayfa 108Kitabı okudu
Reklam
Çalışmalarımda sürekli Londra'yı işaret ediyorum, çünkü tarih okumalarından anlıyoruz ki, Londra olmadan dünya üzerinde bir siyaset üretmek neredeyse imkânsız. Yani ya onlarla beraber olacaksınız ya da onlara karşı. Ama anlaşılan diplomasi ustası oldukları için, hep hedef şaşırtıyorlar. Amerika hep dünyanın emperyalist ülkesi olarak lanetlenirken, aslında her zaman Londra'nın dediği oluyor.
Münevver Karabulut'un babası Süreyya Bey hep bir sırdan söz ediyor, “Kızım Garipoğlu ailesinin bir sırrını öğrendi, bu yüzden öldürüldü.” diyor. Ayrıca bir de ayinden söz ediyor. “Kızım bir ayin sırasında kurban edildi.” diyor. 17 yaşında gencecik bir kız, büyük sanayici bir ailenin ne gibi bir sırrını öğrenmiş olabilir? Dahası öldürülmeyi gerektirecek nasıl bir sır olabilir? Sonu ölümle biten ayin olur mu? Süreyya Bey'in bu açıklamalarından sonra hemen herkesin aklına Satanist ayinler ve şeytana tapan sapkın tarikatlar geldi. Ama bu kanıyı güçlendirecek delil bulunamadı. Ailesi, katil zanlisının kaçışına ve saklanmasına yardım etmediğini söylese de, Cem Garipoğlu'nun bu kadar zaman profesyonel bir suçlu gibi polisten, eğer yurt dışındaysa Interpolden kaçabilmesi mümkün müydü? Belli ki kudretli birileri Cem'e yardım ediyordu.
İsrail'e karşı gelmeye Türkiye'de hiçbir hükümet cesaret edemez. Hemen, "Ya 'One Munite' ne oluyor?" diyebilirsiniz. Erdoğan Arap aleminin içine sokulan truva atıdır. Hem ilımlı Müslüman hem karizmatik hem İsrail'e kafa tutuyor hem de İsrail'e mutlak bağlı. Başbakanımızın "One minute” sözü çok meşhur olmasına rağmen onun bile mucidi bir İsrailli'ydi. MOSSAD ajanı Peter Zvi Malkin, 6 milyon Yahudi'nin katili Eichmann'ı Arjantin'de yakalarken, sırtına dokunup "Uno mumo senotito senior / bir dakika senyör” demişti... Yani, "one minute" sözünü, ilk kez bir Yahudi söylemişti...
"Türkiye bize metres gibi davranıyor. Halbuki evlendik, ev liliğimizi bir türlü açıklamiyor." Gerçekten de Türkiye ile İsrail ilişkisi derin devlet ilişkisiydi. Hem var hem yok sayılıyordu. Da vid Ben Gurion'un Temmuz 1958'de yaptığı Türkiye ziyareti ise politik kurgu filmlerini aratmayacak cinstendi. Ben Gurion anlaşıldığı üzere Türkiye'ye gizli bir ziyaret yapacaktı. El-Al uçağı Türkiye üzerindeyken acil iniş uyarısı istedi. Yeşilköy Havaalanı iniş izni verdi. El-Al’ın o yıllarda Türkiye'ye uçuş izni yoktu. Olası bir kaza ve patlama tehlikesine karşılık ambulans ve itfaiye araçları alanı doldurdu. Bu, hesapta olmayan bir gelişmeydi. Ankara'dan gelen talimatla alan hemen boşaltıldı. Ve “Konuk” Başbakan ambulansla Ankara uçağına nakledildi. Ankara'da onu dönemin Başbakanı Adnan Menderes bekliyordu. Ankara'daki toplantı da tarihimizin en acıklı sayfalarından biridir. İki başbakanın toplantısına eşlik eden garsonların hepsi diplomattı.
Reklam
Bir düşünür "insan ancak bildiğini öğrenebilir" der. Doğrudur. Ama ya bildiklerimiz doğru değilse?! Veya sınırlıysa, hayatı ve dünyayı algılamamız için yetmiyorsa... Meselemiz işte budur...
Ma’amin... Sabetayizm tartışmalarında öğrendiğimiz bir tanımdı... “İnanan” manasına geliyordu, Müslümanların kullandığı Mümin’in karşılığıydı... Sabetaycılar birbirlerine şifreli olarak hep bu sözcükle hitap ettiler. Deforme edilmiş dinsel ritüelleri artık unutulmaya yüz tutmuş olsa da, bir dinsel öğretinin sahiplerini birbirlerini bu sözcükle ayırt ettiler.