Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Osmanlı Hapishanelerinin Kuruluş Serüveni (1839-1908)

Mapusane

Gültekin Yıldız

Mapusane Gönderileri

Mapusane kitaplarını, Mapusane sözleri ve alıntılarını, Mapusane yazarlarını, Mapusane yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ulunay'dan naklen
O tarihte Mehterhane, memleketteki bütün hapishaneler gibi bir âlemdi. Mevkuf, maznun, mahkûm olanın günlük hayatındaki değişiklik evinden yahut dükkânından alınarak muayyen bir müddet için ayrı bir binada bulundurulmasından ibaretti. Bir mahpus dört duvar arasında kalıyor fakat hiçbir şeyden mahrum olmuyordu. Hele azılı ve paralı olursa mutlaka bir koğuşun başında bulunuyor ve o koğuşta bulunanlar emrine ve hükmüne tabi oluyorlardı. Hatırlı bir mahpusun aşçısı, uşağı vardı. Yemek malzemesi dışarıdan aldırılır, tatlısı ile tuzlusu ile ne isterse pişirtebilirdi. Hatta akşamları mükemmel meze ile çakıntı bile yapılırdı. O zamanki idare sisteminin esası "sızıltıya meydan vermemek" olduğu için hapishane müdürleri, gardiyanlar hapishanelerin bu şekilde idaresini pek tabii buluyorlardı. Onlar için bundan başka bir idare tarzı mevcut değildi. Yalnız müdür, "dostlar alışverişte görsün" kabilinden içeriye bir göz atmayı düşünürse hemen içeriye haber gönderir. Müdür beyin sözüm ona teftişi esnasında koğuşlarda kumara fasıla verilir, kısa bir müddet için esrar kabağı ortadan kaldırılırdı.
Al sana medeniyet Ali Efendi, al sana mamuriyet!
Bizans devrinde "Hipodrom", Osmanlı döneminde ise "At Meydanı" olarak bilinen ve her iki imparatorluğun da siyasi merkezi olarak görülen mekânda yan yana yükselen hapishane ve Zaptiye binalarını bir "medeniyet ve mamuriyet manzarası" olarak okuyucularına sunan Basiretçi Ali Efendi, Sultanahmed civarının mamur olması için açılışını hasretle beklediği yeni Zaptiye binasını tam altı ay sonra bir kez daha ziyaret edecekti. Ancak bu kez haber yapan bir gazeteci olarak değil, gazetesinde yayımlanan makalelerden dolayı tevkif edilip burada hapsedilen ilk basın mensubu olarak!
Reklam
Parmak uçlarında bir gece...
Selanik şehir merkezindeki bu sert muameleler bir yana, Fransa'nın oradaki temsilcisinin naklettiği bilgiye göre Kavala'daki durum vilayet merkezindekinden daha da kötüydü. Tavana bağlı zincirler ayakları ya da boyunlarına vurulan mahpuslar, havada asılı kalacak şekilde yukarı çekiliyorlardı. Bu muameleye maruz kalıp boyunlarından asılanlar bütün bir gece ayak parmaklarının ucunda kalıyor ve bazen yere bile zar zor değebildiklerinden neredeyse boğulacak hâle geliyorlardı. Mahpusları havaya doğru kaldıran bu zincirin ucu zindancının elinde idi. Kimi zaman üst mercilerden gelen işkence emrini uygulamak, kimi zamansa mahpustan bir şeyler koparabilmek için, ucu açılan bir delikle oturduğu yere kadar getirilmiş zincire hükmediyordu.
Günümüzde dünyanın "her yerinde", yani tarihin vücuda geldiği mekânın tamamında, sanki ezelden beri var olagelmiş görüntüsü verse de hapishanenin üç asır önce dünyanın "hiçbir yerinde" var olmadığı görülür.
Çünkü insan ancak zihnen teslim alındığı takdirde idare edilmesi sürdürebilir hala gelir.
Sayfa 5
Aslında mahpuslar ile zindancilar arasındaki münasebetin rengini belirleyen şey, mahbusun dini ya da etnik kökeni değil varlıklı olup olmaması, bir başka ifadeyle, kendisinden talep edilen harç ya da rüşvetleri verip verediğiydi.
Sayfa 124Kitabı okudu