Kitapla tanışmam benim için sürpriz oldu. Hiç kitap almaya niyetim yokken bir markette gördüm ve ilgimi çekti. Bakıp geçemedim. Normalde bu kelimeden nefret ederim.
Şu dünyada en nefret ettiğim kelimedir; "Mecbursun!" Kelimesi. Belki de bu yüzden Stefan Zweig'in anlatımına güvenerek edinmiş olduğum 70 sayfacık mola kitabıydı benim için.
Kitap genel anlatımıyla savaş esnasında bir karı kocanın kaçışını anlatan bir eser. Ana karakter Ferdinand vicdanının sesini dinleyip savaşa katılmak istemeyen fakat vatana karşı kendini mecbur hisseden bir ressam. Ve yazar bu eserinde bir ressamın iç dünyasını ele almış.
Bu kitabın, savaş üzerine kıymetli bir psikolojik okuma olmasına ek olarak, aldığımız kararların ve yapmak mecburiyetinde olduğumuz seçimlerin ne ölçüde hür irademizin ürünü olduğunu da sorması sebebiyle kitap bittiğinde birden her şeyi soru işareti olarak görmemiz mümkün. Tabii siz de benim gibi kitaba kaptırıp gidenlerdenseniz.
Yazarın her eserinde olduğu gibi muazzam psikolojik tespitlerle karşılaşmanız Allah'ın emri. Yazar, karakterlerle birlikte doğmuş, büyümüş ve yaşamış gibi. Ve bu sefer de ana karakterin mecburen yapmak zorunda olduğu vatan görevi ve kendi tercihleri arasında kalmışlığın çaresizliğini anlatmış.
Militarizmin zaman zaman baskıcı ve esir alıcı bir yönü olduğunu daha ilk sayfalardan hissediyorsunuz. Kitapta iki soru, sonsuz cevap var. Gitmek mi, kalmak mı? Hikâyenin bir yerinde neredeyse karakterin yerine geçip siz onun yerine karar vermek istiyorsunuz.
Kısacası bir içimlik tek seferde silip süpürülecek şahane bir kitap. Okumalısınız.
(Ek Not, nedense karısı Paula'ya tilt oldum)