"Razê dehrê ji sipihrê tu nizanî ji cedel
Hîkmeta Dawer e tu ji hîkmetê Dawer meke behs"
(Cedel yoluyla anlayamazsın feleklerin seyrinden âlemin sırlarını
Allah'ın takdir ve hikmetidir, hikmetinden söz etme artık.)
Me ra j' ewwel çi bir xamî kişand axir bi bednamî Ji rengê Se'dî û Camî ji şuhret pê hisîn 'amî.
Kalemin hakkımızda neler yazdığını bilir misin ezelde?
Sonunda kötüye çıkardı adımızı Sadi ile Câmi'nin aşktaki şöhreti gibi âleme ifşa eyledi bizi.
Tasavvuf felsefesinde aşk gibi yüce bir kavramın tanımı, yine aşkın kendisi olarak görülmüştür. Yani aşk muammasını kalem, yazı, kitap ve akıl değil, yine aşkın kendisi çözer. Sufiler'e göre güneşin delili güneştir. Aşkın delili de yine aşktır. Mela'ya göre de aşkın sırrını yine aşk çözer. Ona göre aşkın sırrını kalem, yan ve akılda mahir olan ilim erbabı ve medrese ehli mollalar değil, aşk sanatında mahir olan âşık kişi çözer. Mela bunu şu şekilde ifade etmiştir:
Tu j'Melayi her bipirs esrarê işqê hel dikit
Vê mu'emmayê çi zanin sed mela û muste id
(Mela'ya sor aşkın sırlarım ki, halletsin sana
Çözemez yoksa bu muammayı yüz molla ile yüz müstaid)
Mela'ya göre aşkın anlamı, tanrısal güzelliğin ruhumuzdaki yansımasıdır. Tanrı, mutlak güzeldir ve bu güzelliğinden bir parça ruhumuza yansımıştır. Ruhumuz, bu güzellik karşısında kendinden geçmiş ve ona aşık olmuştur. Çünkü ruh, tanrısal güzellik karşısında bir ayna mesabesindedir.
Mela'nın düşüncesinde insanın duyu ve tecrübeleri ile ulaştığı gerçeklerin önemi inkâr edilemez. İnsan için değer ifade eden şey, öncelikle çaba ve gayreti ile ulaştığı bilgilerdir. Bu gayretlerin sonucunda insanın beceri ve kabiliyetleri ön plana çıkar. İnsanın hiç çaba ve gayreti olmadan hakikatlere ulaşması ve bilgi elde etmesi olanaklı değildir. Mela bu düşüncesini çaba ve gayreti olmayan kabiliyetsiz bir talebenin dışarıdan bir telkin ve ders ile hakikate ulaşamayacağını ve doğru ile yanlışı ayırtedemeyeceğini dile getirerek şu şekilde ifade etmiştir:
Her gil û seng dibitin zêri bi tedbiré hekim Qabiliyyet ku nebit hikmetê ustadi çi kit
(Kimyagerin elinde her taş ve çavur dönüşür mü hiç altına Talebenin kabiliyeti yoksa üstadın hikmetli dersi ne yapsın)
Öte yandan Mela, sadece çaba ve gayretin de bizi hedeflerimize ulaştıramayacağını bunun için insanda bir kabiliyetin olması gerektiğini de ifade etmiştir. Böylelikle insan ne kadar çabalarsa çabalasın eğer kendisini hedefe ulaştıracak bir kabiliyeti sözkonusu değilse, o insanın hakikate ulaşması mümkün değildir. Mela, bilginin hâsıl olması için insanın kabiliyetine duyulan ihtiyacı şu beyitinde ifade etmiştir:
Cehde û se'y û teleb bêeserek safi nehin Tunebi perdenişin çaker û qewwadi çi kit
(Sadece istemek ve çalışmak kâfi değildir elbet,
Perde gerisinde kimse yoksa eğer hizmetçiyle cemaat ne yapsın)
Mela'ya göre sevgilinin yüzü, Tanrı'nın güzelliğinin bir aynası ve yansımasıdır. Yüzdeki her bir unsur, onun isim ve sıfatlarının karşılığıdır. Ona göre, sevgilinin güzelliği, Tanrı'nın nurunun bir aynasıdır. Mela, yüzün Tanrı'nın varlık ve tecellisinin en berrak ve açık kanıtı olduğunu düşünür. Onun düşüncesinde yaratılış bir sırdır. Bu sırrın işaretleri insan yüzünde gizlidir. Yüz, hem Tanrı'nın cemalinin bir aynası hem de varoluş âlemindeki birlik ve çokluk ilişkisinin bir açıklayıcı unsurudur. Buna göre yüz; birliği, yüzün üzerindeki bazı unsurlar ise; birlik ve çokluğu sembolize etmektedir. Böylece mutlak birlik içinde birlik ve çokluk ilişkisi ortaya çıkar. Ama sonuç itibariyle bir de birdir, çok da birdir. Mela bu düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir:
Min nezerek li husn û cemala te kir
Ayineyek di mi ji nûra Celîl
(Bir kez nazar gezdirdim hüsn-ü cemaline Celil olan Allah'ın nürundan bir ayine gördüm)
Ji vî teqwîmê insanî nezer da sirrê subhani Fehaze'l-wechu min ecla berahînin we ayati
(İnsanın bu güzel yaratılışında apaçık bir süphani sır var
Delillerin ve ayetlerin en parlağıdır şüphesiz bu güzel yüz)
Mela, varlık âleminde her bir eşyanın Tanrı'nın isim ve sıfatlarını gösteren bir tecelli deryası olduğunu ileri süren tasavvuf felsefesinin genel görüşüne bağlı bir düşünürdür. Onun aşağıda- ki beyitte ifade ettiği düşünceleri, Kur'an-ı Kerim'in "O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler ayetinin sûfi kozmolojisinde bir tefsiri gibidir.
Çerx e felek û melek dibazin
Şemsun we kewakibun we ebrac
(Feleklerle melekler dönüp durur bu raks halkasında Güneşler, yıldızlar ve beraberinde burçlar)
Ona göre âlem bir bütündür, bu bütünün merkezinde de Hak Teâlâ vardır. Bir dans seremonisindeki ahenk gibi bütün felekler ve onların koruyucusu olan melekler, bu hakikat etrafında dönmekte ve aynı gayeye doğru yol almaktadırlar.
Mela'ya göre seven ve sevilen arasında bir bütünlük vardır. Aralarında, iki ayrı varlık arasındaki ilişkiden çok, birbiri ile bütünleşmiş bir varlık ilişkisi vardır. Mela'nın bu düşünceleri için de ayna bir sembol olarak kullanılmıştır. Buna göre Tanrı, âlemin aynası; âlem de, Tanrı'nın aynası olmaktadır. Tanrı'ya bakan âlemi, âleme bakan Tanrı'yı görür.
"Zatın aynası birdir, onun için dilber ile lat birdir, Her ikisi birdir aynada, beraber görünürler güzel işvelerle"
Bir diyara uğrarım Selma'nın diyarı orada duvarları öpeceğim, duvarları kalbime işleyen o diyarın sevgisi değil fakat o diyardakinin sevgisi işlenmiş kalbime • İbn Arabî
Min dî baxê gulfiroşan de ecep resmek xerîb. Xariteb'an gul di dest in gulperistan xari bes
***
Gül satanların bahçesinde enteresan bir manzara gördüm
Diken karakterlilerin elinde gül; gül sevenlerin elinde diken.