Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Meşrutiyet Kıraathanesi

Rıfat Ilgaz

En Eski Meşrutiyet Kıraathanesi Gönderileri

En Eski Meşrutiyet Kıraathanesi kitaplarını, en eski Meşrutiyet Kıraathanesi sözleri ve alıntılarını, en eski Meşrutiyet Kıraathanesi yazarlarını, en eski Meşrutiyet Kıraathanesi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
191 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Hababam Sınıfı'nın yazarından çok güzel bir mizah eseri. Genelde emeklilerin doluştuğu ve Meşrutiyet dönemindeki gibi Enver ve Niyazi adlı iki kişinin işlettiği kıraathanede olan olaylar, yapılan tespitlerin anlatıldığı eğlenceli bir kitap. Yurdum insanının bakış açısı, rejimle ilgili ince eleştiriler, köylüye bakış açısı, namus kavramı, ahlaksızlık ve vurgunculuk üzerine ciddi tespitler içeren bu kitap mutlaka okunması gerekenlerden.
Meşrutiyet Kıraathanesi
Meşrutiyet KıraathanesiRıfat Ilgaz · Çınar Yayınları · 2000506 okunma
Öğretmen emeklisi: «Doğu'da açlık kaldı mı ki...» dedi. «Kaç kuruş yardım yaptın?..» «Tam elimizi cüzdana atalım dedik, bir Bakan, 'Doğu'da açlık yenildi' diye beyanat verdi.» Az konuşan Malmüdürü emeklisi: «Yalan mı?» dedi. «Açlık yenilmiş. Afiyet olsun! Açlık bile yenilip tüketilmiş!»
Reklam
«Sükunet üssünden kanatlanan Kartal...» «Anlamadım!» diye bağırdı Barlas, «Sükunetin nesinden?» «Üssünden!» «Üssünden haaa! Vay anasını!» «Ne var bunda şaşacak!» «Üsle sükunet nasıl yanyana gelir! Üssün olduğu yerde sükunet olur mu be!»
Hani bir şiir vardı ya... Kimi kanunla alır, kimi kanunsuz alır... Doğru!.. Halk avunmayı dedikoduda bulmuş. Canlarını en çok yakan İcra Memuru mu? Almışlar İcra Memuru'nu tefe... Ben de gördüm bu adamı elinde zincir, dudağında ıslık dolaşıp duruyor. Tımarhaneden yeni çıkmış bir Ağazade geçmiş karşısına bir gün. Anamız var, bacımız var demiş, ne
Sayfa 140Kitabı okudu
«Evet. Hocanın birini köye göndermişler... Bir gün akşam namazından sonra, bir köylü sokulmuş yanına. Hocam, demiş, izin verirsen bir şey soracağım, İsa Peygamber, gökyüzünde ne yer, ne içer, çok merak ettik de... Hocanın tepesi atmış, ulan, demiş tam üç gündür köyünüz deyim, bizim hoca, ne yer, ne içer diye sormazsınız da, gökteki İsa'yı sorarsınız!»
«Bir gün Marika'y la buluşup Boğaziçi'ne gidecektik... Gene bizimkine beni yemeğe bekleme sakın, dedim, Paris'le direk buluşacağız. Kumandan da başımızda... Bizim Hatun, hiç beni üzmeden, kalktı kolalı gömleğimi getirdi... Ütülü pantolonumu serdi yatağın üstüne... Suyumu ısıttı. Sinek kaydı bir traştan sonra giyinip çıktım. Beni kapıya kadar
Reklam
Öğretmen emeklisi: «Köylüyü bu kadar öğrendin de hâlâ Meclis'e neden giremedin. Aklım ermiyor!» «Ben köylüyü öğrenemedimki. Yalnız işin bu pratik yanını öğrendim, o kadar. Bu sefer, daha seçimlerin lâfı edilmeden, çıkacağım köylere. Karış karış dolaşacağım bölgemi, tanımadığım tek seçmen kalmayacak!» Öğretmen emeklisi, lâf olsun diye
Öğretmen emeklisi: «Evet!» dedi, «Patates unu!» «Ne olursa olsun... Ellerine ne geçerse gönderiyorlar bize... insanlığına hiç denecek yok şu Amerikalıların. Onlar da olmasa, vay haline insanlığın!» Defterdar emeklisi, gözlüğünü bunalmış gibi çıkardı, birden gözünden: «Vay anasını!» dedi, «Amerikalılar silâhsızlanmayı istemiyorlarmış!» «Yalandır!» dedi, telgrafçı, «Aslı yoktur!» Defterdar, yeniden taktı gözlüğünü. Başladı okumaya: «Birleşik Amerika'da yayınlanan bir raporda öğrenildiğine göre, tam yirmi bin firma, Cenevre'de yapılan silâhsızlanma görüşmelerinden sonuç alınmamasını istemektedir. Savaş endüstrisinin, Amerikan ekonomisinde çok önemli bir yeri olduğu, bu raporda açıklanmakta, Cenevre'de alınacak olan kararın bu yirmi bin firma üzerinde, dolayısıyla Amerikan ekonomisinde ciddî tehlikeler yaratacağı ileri sürülmektedir. Ha? Ne buyrulur bu rapora?» Hurşit Bey, şişede kalan son maden suyunu da kaldırıp içti hışımla, öğretmen emeklisi: «İçilir bu haberin üstüne!» dedi, «Başka türlü hazmolmaz doğrusu!» Vali emeklisi: «Ben çok korkarım bu özel sektörden» diye başladı, «özel sektör hükümetin içine giremediği zaman ne yapar yapar, senatörleri, başkanları, başbakanları değiştirir... Kaymakamlar, onun elinde, sadece Yalova kaymakamıdır!
öğretmen emeklisi: «Hocanın biri cerre çıkmış, bir zamanlar!» diye başladı, «İnmiş konuksever bir köye. Açlıktan zifiri kesilmiş hocanın. Gözünü karartmış, Peygamberin devesi gibi çökmüş, karşısına çıkan ilk biçimli evin önüne! öyle ya, deve bile hamur yutturacak evi hesaplayıp çökmüş olacak. Hoca da öyle yapmış. Evin erkeği çiftinin çubuğunun başında. Evin kadını, oğlundan bir çömlek pekmez göndermiş hocaya. Bir de somun... Hoca batırıp batırıp indirmiş gövdeye. Bakmış ki, ekmek batırmakla çömlekteki pekmezin tükeneceği yok. Çocuktan bir kaşık istemiş. Başlamış bu sefer kaşıklamaya. O da olmamış, kaldırmış çömleği dikmiş. Lıkır lıkır... Hâlâ tüketememiş çömlekteki pekmezi. Oğul, demiş pekmeziniz halis üzüm pekmeziymiş. Siz böyle her gelen Hoca'ya bol bol pekmez çıkarır mısınız? Yok, demiş çocuk, çıkarmayız! Hani Hoca biraz da böbürlenmemiş değil. Ya, demiş; çıkarmazsınız demek? Peki, bana neden bu kadar bol pekmez çıkardınız? Oğlan, neden çıkaracağız demiş, küpe sıçan düştü de... Ziyan olmasın diye çıkardık. Hocanın kavuk tepesinden fırlamış. Kaldırdığı gibi pekmez çömleğini vurmuş yere; tuz buz etmiş. Olandan bitenden ürken çocuk, seslenmiş içeri. Anneee! Hoca, babamın sidik kabını kırdı!» Jandarma Komutanı emeklisi: «Yoook!» dedi, «Türk köylüsüne söz yok... Bunlar çarpık kafalıların uydurduğu masallar... Türk köylüsü, yemez, yedirir... İçmez, içtirir...»
Öğretmen emeklisi: «İngiliz'in biri, Arap sömürgelerinden birinde vazifeliymiş!» diye başladı, «Bir gün trene binip uzak bir yere gitmesi gerekiyormuş, İngiliz'in. İstasyona ininceye kadar tren, düdüğünü çekmiş, almış başını, düzülmüş yola. İlk istasyonda biraz fazla bekleyeceğini hesaplayan açıkgöz İngiliz, peşinden yetişmek için, bir eşek kiralamış hemen, düşmüş yola. Eşeğin sahibi de dili bir karış dışarda, koşarmış eşeğinin arkasından. Kan ter içinde kalan Arap, başlamış ne kadar küfür bilirse verip veriştirmeğe, ana avrat düz gidiyormuş. Tek kelime Arapça bilmeyen İngiliz, bu küfürleri eşeği gayrete getirmek için söylediğini sanıyor, üstelik de keyifleniyormuş sövdükçe... Karşıdan gelen bir dalkavuk durumu çakmış; Heeey, Mister, demiş İngilizce, bu adam boyuna kalaylıyor seni. Boşvermiş Mister. Gayretli dalkavuk, bırakır mı peşini. Yedi ceddini dipten doruğa boyuyor, ana avrat düz gidiyor, senin kılın bile kıpırdamıyor diye morfinlermiş boyuna. İngiliz'in tepesi atmış. Eee demiş, ne yapalım sövüyorsa! Bu küfürlerin istasyona yetişmeme bir zararı var mı? Seninki şaşkın şaşkın, ne zararı olsun, yok tabii... İngiliz, bırak demiş, sövebildiği kadar sövsün öyleyse!..
722 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.