"Vakıa şu ki, "normal zamanlarda" uyuklayan İslâmî bilinç, kritik anlarda birdenbire ortaya çıkabilmektedir."
"... (...hadisenin) Türkiye gibi İslamî bir geçmişi olmakla beraber, İslam'dan soğutulmuş olan, İslam'ın unutulmaya bırakılmış olduğu, hatta İslam'ın yanlış anlaşılması için gayretler sarf edilmiş ülkelerde cereyan ettiğine dikkatlerimizi yöneltmemiz gerekiyor."
"Müslüman olma bilinci ancak topluca (millet olarak) karşılaşılan fevkalade kritik anlarda bir dinamizm kazanıyor, sonra tekrar tuhaf bir uyuşukluğa bürünüyor. Sözünü ettiğim duruma, yakın geçmişten örnek olarak 1974 Kıbrıs harekatı esnasında gözlenen heyecanı zikredebilirim."
"Müslümanın çabasının asıl özelliği, kendi doğrularını ortaya koyma noktasında toplanıyor, diyoruz.
Başkasının yanlışını düzeltmekten, onu düzelteceğim diye uğraşmaktan çok, kendi doğrusunu ortaya koyarak onun geçerliliğini sağlamayı öne alan tavır: başkasının yanlışını belirlemek bu çabanın olsa olsa bir sonucu olabilir, sebebi değil."
"İfrat ve tefrit arasında kalan başka sonsuz ihtimallerin mevcut bulunduğunu dikkatten kaçırmadan ve neyi amaçladığımızı kesin olarak hesaplayarak yaklaşımlarımız düzenlenmelidir."
Halen kendine Müslümanım diyen bazı insanların kafası çağdaş putlarla donatılmıştır. Günümüzde, "ortalama" her Müslüman bu putlardan birini bir bahane olarak kullanıp İslâm'ın hükmünden kaçabilmenin "yolunu" bulabilmektedir. O kadar ki, İslâm'dan taviz vererek İslâm yolunda mücadele yürüttüğünü zannedenlere bile rastlanmaktadır. Bu duruma İslâmî siyaset demek şöyle dursun, ortada tavizden bile fazla bir şey bulunmaktadır. Burada açıkça küfrün tuzağına düş mek, onun oyununa gelmek söz konusudur.
Bu yüzden ne zaman "Bin yıllık tarihimiz..." diye başlayan bir söz işitsem irkilirim. Çünkü bu sözün altından mücerret bir din gayreti yerine battal bir kavmi yetçiliğin kokusu çıkar. Bu sözün altında, İslam'ın izzeti için gayrete gelmemiz değil, fakat nefsimizin ve kav- mimizin izzet bulması için İslâm'ın istismar edilmesi fikri yatar.
" ... bu olayın Müslüman insana verdiği duyguyla, burjuva insanının soyut olarak geçmişe duyduğu özlem arasında gene de önemli bir fark var: birincisi, insanı devinime çağırırken, ikincisi, onu atalete yöneltir."
Müslümanlar arasında öyle bir zümre var ki, çoğun luğu onlar oluşturuyor: özellikle son yüzyılda belirgin bir şekilde ortaya çıkan bu yeni tip insana "modernist" deniliyor. Bu tip, İslâm'a misyoner gibi kuşkulu bir göz le bakar. Zihniyeti, düşünce yapısı, kafasının işleme tar zı, aslında profandır, fakat bir tür kişilik zaafından Müslüman olduğunu da reddedememektedir. Böyle tu haf bir konumdadır. Yanlış anlaşılmasın, Müslüman ol duğunu reddetmesi ona kişilik kazandıracaktır demek istemiyoruz. Düşüncelerini sonuna kadar götürme ye teneğinin ve cesaretinin eksikliğinden bahsediyoruz:
kafa yapısı profandır, ama ruhu muhafazakârdır.
Temelde muhafazakâr olan ruhu, bu yıkanmış bey nin yapısına terstir. Bununla birlikte, İslâm aleyhinde, İslâm'a zıt olarak ileri sürülmüş fikirleri seve seve ka bul etmeye hazırdır.
İslâm'a zıt fikirleri ileri sürerken, yukarıda değinil diği gibi, babasının veya dedesinin hacı, hoca veya müftü, imam olduğunu belirtmeyi ihmal etmez. Böyle- ce, ileri sürdüğü fikirlerin nesnel ölçülere göre şayanı kabul şeyler olduğunu vurgulamak ister. Yani, karşı nızda yabancı birisi yok, ben de Müslümanım ama ney lersiniz ki, ilim başka şeyler söylüyor, demek ister. Ger çekteyse, ileri sürdüğü fikirlerin hiçbirinin sahibi değildir; bunlar, beyin yıkama sürecinde kendisine kabul et tirilmiştir.
Yaşamımızın değerini, dün bizim dışımızda yapılmış olanlara mı bağlıyoruz, yoksa emin olmadığımız yarın için yapabileceğimiz şeylere göre mı ölçüyoruz?
Kendi doğrusunun gerektirdiği hayat tarzını ilkin kendi nefsinde yaşamaya başladığı an, İslam'ın hayata geçirilmesinde en doğru yöntem kendiliğinden bulunmuş olur.