Yine büyülü bir Hasan Ali Toptaş kitabının daha sonuna geldim. Bu güzel öyküleri bitirdiğim için üzülsem mi sevinsem mi bilemiyorum.
Okuduğum, Hasan Ali Toptaş’ın sihirli evrenine yeniden ortak olduğum için seviniyorum; bir Toptaş kitabını daha okuyup, bir kitabını daha eksilttiğim için ise üzülüyorum. Öyle ki hiç bitmese diyorum bu külliyat, her gün yenilense, Toptaş her gün bir kitap daha çıkarsa. Çıkarsa da bu şifalı, ruha iyi gelen kaynaktan ağzımızı hiç çekmeden doya doya durmadan içsek...
İki günde büyük bir iştahla okuduğum bu eser, her zamanki H. Ali Toptaş üslubunu yansıtıyor. Zaman kırılmaları, mekanların oynaklığı, durup dinlenmeden bir anda mekan değiştiren kahramanlarıyla yazar yine üslubunu koruyor. Karakterler kah bir dağın başında kah bir kilitli odanın içinde kah bir uzun ince yolda geziniyor, hayatın gizini arıyor.
HAT eserlerinde sevdiğim bir yan da karakterlerin birbirine dönüşmesi. Bundan önce adını tam koyamazsam da -belki anlamadığımdan bilemesem de- yazarın karakterleri romanın veya öykünün ortasında veya sonunda birbirine dönüşüyor. Gerçek hayatta da böyle değil mi aslında peki? Hepimiz aynı ruhu, aynı özü taşımıyor muyuz? Bir eserde bahsedildiği gibi kendini gerçekten tanıyan başkasını da tanımış olmaz mı?
Bu ve bu gibi sebeplerden dolayı HAT romanları, öyküleri okumaya devam edeceğim. Kendimi ve insanları tanımak için. Toptaş hepimize sadece sokakta dolaştırılan bir ayna tuttuğu için değil, hepimizin evinin orta yerine devasa bir ayna koyduğu için belki.
İyi okumalar.