Emre Timur’un kendisinin eserlerini okuyanda bırakmak istediği his şudur; rahatsızlık. Eğer, okuduklarınız rahatsız etmiyorsa, sizi düşünmeye sevk etmiyorsa veya sorgulamanıza neden olmuyorsa okumayın. Yazarın amacı bu çünkü. Ve şunu söyleyebilirim ki, beni rahatsız etmeyen ya da yazdıklarına katılmadığım bir kısım yok. Kendisi zaten varoluşçu
"Palyaçonun Listesi", sayfalar arasında dolaşırken adeta bir içsel labirentte kaybolmuş hissiyatıyla beni sarstı. Her cümlesi, sanki kendi zihinsel karmaşıklığımdan bir iz taşıyordu. Okurken, baş karakterin hayatındaki boşluğu ve anlam arayışını yoğun bir şekilde hissettim. Sayfalar ilerledikçe, kendi yaşamımda da benzer duygulara dair derinlemesine düşüncelere sürüklendim.
Kitap, sadece bir öykü anlatmanın ötesine geçerek, varoluşsal sorulara ve insanın içsel zorluklarına odaklanıyordu. Bilge ve Derviş karakterleriyle birlikte baş kahramanın içsel yolculuğuna tanıklık etmek, kendi iç dünyamda benzer bir yolculuğa çıkmama neden oldu. Okurken, kendi varoluşsal sorgularımla yüzleştim ve bu beni derinden etkiledi.
Kitabın en dikkat çekici yönlerinden biri, yazarın kadına yönelik şiddet konusundaki duyarlılığıydı. Bu tema, sadece hikayeyi değil, aynı zamanda toplumsal bir eleştiriyi de içeriyordu. Okuduktan sonra, bu mesele üzerine düşünmeye ve bu konudaki hissiyatlarımı daha derinlemesine anlamaya başladım.
Sonuç olarak, "Palyaçonun Listesi" benim için sadece bir kitap değil, aynı zamanda kendi içsel dünyama yaptığım bir keşif yolculuğunun bir yansıması oldu. Kitap, beni düşündürdü, duygulandırdı ve kendi varoluşsal sorgularımla yüzleşmemi sağladı.
Doğduğumuz andan ölene kadar hayatımız sürekli bir yolculuktur. Manzara değişir, insanlar değişir, ihtiyaçlar değişir, ama tren hep ileri gider. Hayat bir trendir, tren istasyonu değil...
Beyin de bir et parçasıdır. Çok gelişmiştir evet ama sadece bir cihazadır. Onu sürecek olan şoföre muhtaçtır. Fakat ruh şofördür, pilottur. Ruh ona aksiyon kazandıran, akış kazandıran ve mana katandır."