Kitabın bütünü, on bir kısa kitaptan oluşuyor. İlk iki yüz sayfada o dönemin Paris’inin betimlemeleri oldukça yoğun. Betimlemeleri sevmiyorsanız sizi yorabilir, ben oldukça keyif aldım. Anlatım dili akıcı ve çevirisi bir iki yazım hatası dışında gayet güzeldi. Konusuna gelecek olursak kitap, kilisenin önüne bırakılan çirkin bebeğin hayat hikayesini ve bir çingene kızına duyduğu büyük aşkı anlatıyor. Aynı zamanda Fransa'nın krallık döneminin karanlık dönemlerinden kesitler sunuyor bizlere. Tüm olumsuzluklara, yoksulluğa, itilip kakılmalara rağmen, saf bir adamın duygu yüklü hikayesini okuyoruz. Son sayfasının, son kelimelerinin de bitimiyle, içinde bulunduğumuz bu ‘modern’ zamanın romantizminin ne kadar yüzeysel, ne kadar sıradan olduğunu düşündüren unutulmaz bir eserdi. Kitabı bitirdikten sonra, sırf 'güzellik' için bunların yaşanması gerekli miydi, güzellik gerçekten bu kadar önemli mi? diye düşündüm. Benim gibi küçükken kısaltılmış metnini okuduğunuz için erteliyorsanız, ertelemeden başlamanızı tavsiye ederim. Çok farklı bir deneyimdi asıl halini okuyabilmek. Anthony Hopkins’in Quasimodo’ya hayat verdiği, 1982 yapımı filmini de en yakın zamanda izlemek istiyorum.