'' Siz gerçekten hiç konuşmuyorsunuz!'' diye karşılıyor sizi yazar. Cümlelerimizi suçluyor, yüreğimizden kopup gelmediği için. Öyle değil mi sahiden de... Karşımızda ki ya laf olsun diye dinler ya da sizi yargılamak için pusuya yatar . İlerliyor sayfalar yavaşça. Ve karşınıza şu satırlar çıkıyor;
''Önce çiçeklere kendimizi sevdirmeliydik.
Yıldızlarla aramızı düzeltmeliydik.
Geceyi içimize çekmenin o eski lezzetini hatırlamalıydık.'' ne de güzel geliyor, dünya işlerinden yorulmuş bizlere.
Sonrası mı? Zulme, hayatı zorlaştıranlara, hesapçılara, sözde müslümanlara, sözünün dahi sorumluluğunu almayanlara satır satır sistemlerine şahit oluyorsunuz yazarın. Anlıyorsunuz ki; kendimiz için istediğimizi başkası içinde isteyebilseydik , güvenilir kıyılar olabilseydi omuzlarımız , en azından biz üzerimize düşeni yapabilseydik, düzelirdi belki çoğu şey. Ve söylüyor satırlar; yanyana durmadan , birbirimizi kabullenmeden, İslamın sadeliğini ve samimiyetini yansıtmadan etrafımıza, olmayacak işte. Aradığımızı huzuru bulamayacak ruhumuz bu dünyada.
En çok da imtihana bakışını sevdim yazarın.'' Kaybettiklerimiz, kaybetmediklerimizin sıcaklığını artırmak içindir oysa.''cümlesiyle genel bir tanımını yapıyor sanki imtihanın. Dünyanın diğer ismi de imtihan değil midir zaten. Daha fazla yazmayacağım. Okuyun efenim. Mutlaka size değen bir kısmı olacaktır.