Sabahattin Ali Dosyası kitaplarını, Sabahattin Ali Dosyası sözleri ve alıntılarını, Sabahattin Ali Dosyası yazarlarını, Sabahattin Ali Dosyası yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kemal Sülker Türk sendikacı, gazeteci, araştırmacı ve yazardır. Türkiye'de sendikacılık alanındaki araştırmalarıyla bilinmektedir.
Sabahattin Ali , günümüzün en çok okunan edebiyatçılarından biri. Fakat yaşamı zorluklarla dolu, ölümü ise korkunç olmuştu.
Memleket ve millet üstüne çökmüş olan karanlık bir uzun gecenin elbette sabahı olacağını biliyor ve yurdumuzda güneşin doğacağı, her şeyin açığa çıkacağı inancını taşıyorlardı.
.. (S:80)
Sabahattin Ali Dosyası
Sabahattin Ali cinayeti, sadece büyük bir yazarın öldürülmesi değildi. Katili, 4 yıl hapisle adeta ödüllendirilmişti. Cinayetin ardındaki giz ise hiçbir zaman çözülemedi.
Kemal Sülker , Sabahattin Ali cinayetini, hazırlanışı, işlenişi ve mahkeme süreci ile kamuoyunun gündemine getiren ilk isimdir...
Sabahattin Ali 'in hayatını sonunu detaylı okumk isteyenler için
Selam başlıklı hikayesinde, öğrendiğini şöyle demişti büyük usta:
“Dört elle sarıldığımız bir çok kıymetlerin, uğrunda sahici insan gibi kalbimiz ve kafamızla yaşamayı feda ettiğimiz binlerce sözden mühim şeylerin ne kadar kolay fırlatılıp atılabileceğini bana öğreten Yusuf! Bensen sana selam olsun."
Bizde, mutsuz sonla biten bir şerefli hayatın arkasından, o yaşantının mücadeleci kişiliğine saygı duyarak, “bitmeyecek yolunda ilerliyoruz” diyelim.
Selam sana Sabahattin Ali
"Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir. zindana kapatmak ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir. On adim ötede en büyük hürriyetlere götüren denizi dinlemek ve sonra aradaki kalın kale duvarlarına gözleri dikerek bakmağa, denizi yalnız muhayyelede görmeeğe mecbur kalmak az azap mıdır? Bahçede insanın ayak ucuna inerek ekmek kırıntılarını toplayan . , ve aynı hürriyetsiz topraklarda sağa sola adım atan bir kuşun bir kanat vuruşuyla bu duvarları aşarak serbestliklerle kucaklaşmağa gittiğini görmektense, nefes almaktan başka hürriyeti hatırlatacak hiçbir şey bulunmayan bir yerde kapanmak daha iyi değil midir.. "?
Önemli tanıkların mahkemeye davet edildiği 22 Temmuz 1949 günü geldi.
O gün mahkemede en önemli tanık, Ali Erte kin'in bir süre çalıştığı 45. Süvari Alayı 2. Bölük Komutanı Yüzbaşı Şükrü Polat idi.
Mahkeme açıldıktan sonra iki tezkere okundu.
Bunlarda Şair Asaf Halet Çelebi'nin ve Ahmet Ça talcalı'nın, harcırahları olmadığından mahkemeye gelemedikleri belirtiliyordu. Bunu, Ali Ertekin'in vaktiyle çalıştığı 45. Süvari Alayı'ndaki silah hır sızlığıyla ilgili raporun okunı n ası izledi. Bu rapor da Ali Ertekin'in muhtelif tarihlerde vuku bulan hırsızlıklardan, orduya ait silahları başkalarına satmaktan 4 ay 20 gün hapse mahkum edildiği bil dinliyordu.
Tanınmış yazar Sabahattin Ali'nin öldürülmesi, hem de henüz yazdıklan, kimden yana olduğu, kimlere karşı kalem savaşı verdiği hafızalarda tazeliğini koruduğu bir sırada vahşice hayatma son verilmesi , çok kimsede "itidann işi" diye yorumlanıyordu. Bu yaygın görüşü lmek gerekti. İktidar çevreler i , konu ile _ilgili yazarıara telkinlerde bulu nuyor, bazı yazarlar da hiçbir telkine ihtiyaç olmadan kendi kafa yordamı ile bu kanıyı ortadan kaldırmaya çalıışıyordu.
Cinayet, Ali Ertekin'in söylediği gibi milli hislerle değil, para için işlenmiştir. !dam edilmelidir.
Kararnamenin okunmasından sonra hakim sordu :
E-. . . "söyle bakalım, bu iş nasıl oldu"... ?
Ali . Ertekin sadece :
"Hastayım !" dedi.
Bu kez avukatları söz aldı;
Murtaza Apalı," Dün benimle de konuşmadı, akli muvazenesinde bozukluk vardır." dedi.
Avukat Edip Türkmen ve İbrahim Hakkı Baykurt da bu isteğe uydular. Mahkeme, Ali Ertekin' in 45 günden uzun olmamak üzere Adli Tıp'ta gö zaltına alınmasına ve duruşmanın başka güne bırakılmasına karar verdi.
Duruşma bitti. Ali Ertekin hala ağlıyordu. Bir,güvenlik tedbiri olarak arka taraftan jandarma re fakatinde cezaevine gönderildi.
Ali Ertekin, cinayeti nasıl ve nerede işlediğini polisteki ilk ifadesinde şöyle anlatmıştı:
" . . . Yolumuza devam ediyorduk. Söy Iediği sözler bende, kendisine karşı nefret uyandırmıştı. Ele vermek istedim. Kendisini yanlış yola saptirdım, bir dereye indik."
Sabahattin Ali'ye dedim ki:
- Karşıda Sazara, Hediye köyleri görülüyor. O köylerinin yanında Bulgar hudut köyleri. var, fakat yorgunuz, bu geceyi burada geçirelim, yarın akşam hududu geçeriz.
Razı oldu.
Ateş yaktık. Geceledik. Ceketini çıkartıp yastık yaptı, yattı. Arkası dönüktü.
Artık benim için de yapacak haşka bir şey kalmamıştı.
Kendisini bayıltıp karakola veya köyiiliere teslim
edebilmek için yolda kestiğim ve elimde taşıdığım sapayı kaldırarak omuzuna indirdim. Sabahattin Ali inleyerek yere . uzandı ve tekrar yerinden kalkınağa teşebbüs edfnce, belki beni cebinde ta banca varsa vurur endişesiyle bu sefer ikinci bir darbe salladım. Bu vuruşum başının sol tarafına isabet etti. Suratı, gözlükleri ve kulağı kan içinde idi.
Arkasından aynı şiddetle bir daha vurdum, yere yıkıldı, ağzından bur n undan kanlar böşandı.
Sabahattin Ali, hür düşüneceye baskı yapanların bir gün yaptıklarıyla birlikte yok olacak lanna inanıyor, ama o günü görecek kadar özgür bırakılmayacağını sanıyordu.
Kitaplığımda bir Sabahattin Ali bölümü var. Yazdıkları ve hakkında yazılanları eksiksiz edinmeye çalışıyorum. Kemal Sülker'in "Sabahattin Ali Dosyası" ve Ali'nin yeğeni Reşit Mazhar Ertüzün'ün "Sabahattin Ali Olayının Gerçeği" maalesef matbu olarak mevcut değil. Bu yüzden eseri e-kitap olarak okudum.
Sabahattin
Sabahattin Ali öldürülmüştü. O, hikaye kahramanlarına bazen söyletirdi:
«Ölüm ona hiç bir zaman fevkalade bir şey gibi görünmemiştir».
Gerçekten de «etrafında küçüktenberi, en çok gördüğü şey ölümdü. Yalnız ölümün bir şekli vardı ki, düşündükçe tüylerini ürpertiyordu. Köyde ölen sığırlara, atlara ve diğer hayvanlara, gündüz kargaların ve gece çakalların nasıl üşüştüklerini ve ertesi gün o leşten nasıl bir kaç parça kırmızı renkli kemikten ve bir kaç tutam kıldan başka bir şey kalmadığını çok görmüştü. Farkında olmadan şimdi onu bu korku avucuna almış bulunuyordu: Kim olduklarını, ne olduklarını bilmediği ve kendisine bir çakal veya bir karga kadar yabancı bulduğu bu adamlarm ihtimal onu aynı şekilde dideceğini, tanınmaz hale sokacağını sanıyordu.»
«Erkekler belki mühendis, belki doktor, belki avukat veya muallim olmuşlardı. Fakat bunu bir fikir ihtiyacı olarak değil, iyi karnını doyurmak, iyi giyinmek, güzel karı alabilmek için yapmışlardı. Yani dimağ gibi en asil bir uzuvlarını midelerine ve tenasül cihazlarına uşak olarak kullanıyorlardı. Yalnız ekmek parası düşünen ve asıl vazifelerini ; tefekkür kabiliyetlerini, tamamıyla unutarak basit birer makine haline getiren bu kafalarda akıl, saf ve maddiyetin dışına çıkabilmiş akıl, artık Iüzumsuz bir şeydi. Münevverlerimizde dimağların rolü kör barsağınkinden daha fazla değildi. Dünyaya, millete, devlete, vatana dair muayyen ve ezberlenmiş fikirleri vardı ve bunların suya sabuna dokunmamasına azami derecede dikkat ediliyordu.»
Sabahattin Ali'nin cesedi uzun süre açıkta kalmıştı. Sanki bir tarla meselesinden öldürülen Sarı Mehmed'in ölüsü, Sabahattin Ali'nin hikayelerinden birinin kahramanı olmaktan çıkmış, sanatçının cesedine dönüşmüştü: «Başucunda iki üç sinek dolaşıyor, vınlıyordu. Biraz ötede, güneşten gözlerini kırpıştıran bir sürü ufak çocuk, ellerinde boylarından büyük değneklerle ve hiç seslerini çıkarmadan bu üstü örtülü ölünün, keçenin alt ucundan fırlayan ayaklarına bakıyorlardı... Bu hareketsiz ayaklar ve bunların üzerinde uçan ve kalkıp inerken güneşe rastlayınca yemyeşil parlıyan sinekler onları eğlendiriyordu.»
Varsın sinekler, Sabahattin Ali'nin cesedi üzerinde dönüp, dolaşsın bir çukura gömülsün, giden gitmişti.
Gözlüğün kırık,
Bir tarafta katil bir sopa,
Bir tarafta Puşkin;
Artık o kitap bir şey söylemez sana.
O rüzgar esmez artık,
Ve kan içinde bembeyaz saçların..
(...)
Yağmur yağdı, kar yağdı,
Sen kalkamadın bir türlü yattığın yerden.