Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Saptırılmış Vasiyetler

Milan Kundera

Saptırılmış Vasiyetler Sözleri ve Alıntıları

Saptırılmış Vasiyetler sözleri ve alıntılarını, Saptırılmış Vasiyetler kitap alıntılarını, Saptırılmış Vasiyetler en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bu çağdan, girdiğimiz kadar budala çıkmak istemiyorsak, dava ahlâkçılığının kolaylığını bir yana bırakmamız, bu skandali düşünmemiz, insan kimliğiyle insana ilişkin olarak bildiğimiz bütün gerçeklikleri yeniden gözden geçirmek pahasına olsa bile, onu sonuna kadar düşünmemiz gerekmektedir. Ama kamu oyununun konformizmi, kendine mahkeme süsü veren bir güçtür ve mahkeme düşüncelerle vakit yitirmek için mahkeme değildir, dava açmak için mahkemedir. Yargıçlar ve sanıklar arasındaki zaman uçurumu derinleştikçe, her zaman, daha küçük bir deneyim daha büyük bir deneyimi yargılar. Olgunlaşmamış insanlar, Celine'in yanılgılarını, onun romanlarının bu yanılgı- lar sayesinde bir varoluşsal bilgi (bu bilgiyi anlayabilselerdi, toyluktan erginliğe geçebilirlerdi) içerdiğini anlamadan yargılıyorlar. Çünkü kültürün gücü buradadır: Varoluşsal bilgiye dönüştürerek zulmü bağışlatır.
Ama bir insan tanıyabilir mi kendini? Gizli düşünceleri kimliği için anahtar olabilir mi?
Reklam
Herkesin her şeye bu olası katılımı bir başka şeyi çağrıştırabilir: aile. Küçük bir ulus büyük bir aileye benzer ve kendini böyle tanımlamaktan da hoşlanır. (…) Sanatçı, küçük bir ulusun büyük ailesi içinde, birçok biçimde, birçok sicimle sımsıkı bağlanmıştır. Nietzsche Alman karakterini şiddetle hırpaladığı zaman, Stendhal İtalya'yı vatanı olarak yeğlediğini ilan ettiği zaman, hiçbir Alman, hiçbir Fransız bundan alınmaz; bir Yunan ya da bir Çek aynı şeyi söylemeye cesaret etseydi, ailesi onu korkunç bir hain olarak aforoz ederdi.
Octavio Paz: “Ne Homeros, ne de Vergilius, mizahı tanıdılar; Ariosto onu sezinlemiş gibidir, ama mizahı biçimlendiren Cervantes’tir. Mizah, modern düşüncenin (aklın) büyük keşfidir,” der.
Nietzsche'nin felsefeyi romana yaklaştırması gibi Musil de romanı felsefeye yaklaştırmıştır. Bu yaklaşma Musil'in öteki romancılardan daha az romancı olduğu anlamını içermez. Nasıl, aynı nedenden dolayı, Nietzsche öteki filozoflardan daha az filozof değilse. Musil'in “düşünce roman”ı da benzersiz bir izleksel genişlemeyi gerçekleştirdi; düşünülebilen hiçbir şey artık roman sanatının dışında değildir.
Love u modernizm!
Modern çağ, insanda her şeyin temeli olan bireyi, bir düşünen ben'i (ego'yu) yarattı. Bu yeni dünya görüşü de sanat yapıtıyla ilgili yeni anlayışa kaynaklık etti. Bir tek bireyin özgün ifadesi oldu. Modern çağın bireyciliği sanatta gerçekleşiyor, doğrulanıyor; ifadesini, benimsenmesini, övüncesini, dev yapıtını sanatta buluyordu.
Reklam
Dava'nın ilk basımının sonsözünde Brod şu açıklamayı yapıyor: “…1921 yılında, dostuma, bir vasiyetname hazırladığımı ve kendisinden bazı şeyleri yok etmesini (diesses und jenes vernichten), ötekileri yeniden gözden geçirmesini rica ettiğimi söyledim. Bunun üzerine, daha sonra çalışma masasında bulanan mürekkeple yazılmış pusulayı bana gösteren Kafka, bana şöyle dedi: “Benim vasiyetnamem çok basit olacak: senden hepsini yakmanı rica ediyorum.” Ona verdiğim yanıtı hâlâ tam olarak anımsıyorum: “[...] sana önceden haber vereyim ki böyle bir şey yapmayacağım.” Brod, bu anıyı anımsayarak, dostunun vasiyetle ilgili dileğini yerine getirmediğini doğruluyor; “Kafka”, diye sürdürüyor, “tek tek bütün sözcüklerine olan bağnazca hayranlığımı biliyordu”; demek ki Brod'un bunu yerine getirmeyeceğini biliyordu ve “vasiyetname hükümlerinin son ve koşulsuz bir ciddiyeti olsaydı başka bir vasiyetname uygulayıcısı seçebilirdi.”
Amerika romanında…
Bu sıradan çiftleşme, romanda, olacakların başlangıcıdır. Tamamen anlamsız bazı şeylerin yazgımızı yönlendirdiği bilincine varmak insanı yıkar. Ama beklenmedik bir anlamsızlığın her açınlaması da aynı zamanda bir komik kaynağıdır. Cimadan yani münasebet-î cinsiyyeden sonra me’yus küllî hayevanat. Bu kederin komik yanını ilk kez betimleyen Kafka oldu.
Agatha Cristie’nin ırkçılıksız yeniden yazılması!
Hiç kuşkusuz, Kayıp Zamanın İzinde’nin şu ya da bu cümlesi daha iyi yazılabilir. Ama iyileştirilmiş bir Proust'u okumak isteyecek deliyi nerede bulacaksınız?
Bundan yirmi yıl önce Gabriel Garcia Marquez ile yaptığımız bir konuşmayı anımsıyorum. Marquez şöyle demişti: “Başka türlü yazılabileceğini bana gösteren Kafka’dır.” Başka türlü yazmak, yani: Gerçeğe benzerliğin (vraisemblable) sınırını aşarak. Ama gerçek dünyadan (romantikler gibi) kaçmak için değil, fakat gerçekliği daha iyi kavramak için.
Reklam
“Hiç kimse duygusal insanlardan daha çok duyarsız değildir. Anımsayın lütfen : “Duyguyla dolup taşan biçemin arkasına gizlenen yüreğin duygusuzluğu.”
Sayfa 100Kitabı okudu
“……kadın ölür, erkek on yıl hapse mahkum olur; adamın hücresine beyaz bir hap, zehir getirirler; ama adam intihar düşüncesini hemen kafasından kovar, çünkü sevdiği kadının yaşamını uzatmanın tek yolu onu anımsamaktır.” “…O yok olduğu zaman, anıların yarısı da birlikte yok oldu ve ben yok olacak olursan, anıların tümü de yok olacak. Evet, diye düşündü, acı ile hiçlik arasında, ben, acıyı seçiyorum.”
Sayfa 271Kitabı okudu
Janacek
Geçelim. Onun yaşamının son on yılını düşünüyorum: Ülkesi bağımsız, müziği en sonunda alkışlanmış ve kendisi de bir genç kadın tarafından seviliyor; yapıtları giderek daha cesur, daha özgür, daha neşeli oluyor. Picassovari bir yaşlılık. 1928 yılının yazında, sevgilisi iki çocuğuyla birlikte onu görmek için küçük kır evine geliyor. Çocukları ormanda yitiyor, onları aramaya gidiyor, dört bir yana koşuyor, sıcak çarpıyor, soğuk alıyor, zatürreye yakalanıyor, hastaneye kaldırılıyor ve birkaç gün sonra ölüyor. Sevgilisi yanındadır. On dört yaşımdan beri, hastane yatağında sevişirken öldüğünün fısıldandığım duyarım. Gerçeğe pek az uygun, ama Hemingway'in söylemekten hoşlandığı gibi, gerçekten daha gerçek, geç yaşta gelen bu dizginsiz mutluluk için başka bir ödül olabilir mi?
“Özne insanın nesne insana dönüşümü” bir utanç olarak duyumsanıyor.
Komünizmin sona ermesinden bir ya da iki yıl sonra Çeklerle konuştuğum zaman, hepsinin söyleminde, alışkanlık haline gelmiş şu cümle kuruluşunu, bütün anılarının, bütün düşüncelerinin şu zorunlu gerekçesini duyuyorum: “Komünist dehşetten kırk yıl sonra’', ya da “korkunç kırk yıl” ve özellikle: “yitmiş kırk yıl.” Kendisiyle konuştuğum insanlara bakıyorum: Ne göçe zorlanmışlardı, ne hapse atılmışlardı, ne işlerinden kovulmuşlardı, ne de kötü görülmüşlerdi; hepsi, ülkelerinde, evlerinde, işlerinde yaşadılar, tatile çıktılar, dostluklar kurdular, aşkları oldu; “korkunç kırk yıl” deyimiyle, yaşamlarını yalnızca onun siyasal görünümüne indirgiyorlar. Ama geçmiş kırk yılın siyasal tarihini bile, zulüm yüzünden, olduğu gibi kalmış tek bir kitle gibi yaşadılar mı gerçekten? Forman'ın filmlerini seyrettikleri, Hrabal’ın kitaplarını okudukları, konformist olmayan tiyatrolara gittikleri, yüzlerce fıkra anlattıkları ve neşe içinde, iktidarla dalga geçtikleri yılları unuttular mı? Hepsinin kırk korkunç yıldan söz etmelerinin nedeni şu: Çünkü, daha sonra, belleklerinde ya da kafalarında değersizleşmiş ya da dahası, kesin olarak geçersizleşmiş (yitmiş kırk yıl) olan kendi yaşamlarının anısını Orwell’leştirdiler.
170 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.