Savaş ve Açlar, büyük bir konunun altında ezilen romanlardan biri!
İnsanların başına gelmiş iki unsuru, savaşı ve açlığı konu edinen roman 1. Dünya Savaşı'nda geçiyor. Osmanlı'nın adım adım girdiği savaşın gölgesinde sıradan insanları acılarını ve 'yaşam umudun' yansıtıyor.
Ancak bunu yaparken 'duygu oluşturmakta' zorlanıyor; kitabın önemli karakterlerinin başına -hayatlarına kaybetmek- dahil kötü bir şey geldiğinde okuyanın iç dünyasında bir dalgalanma oluşmuyor. Sanki beklenen son gelmiş gibi, acılara gark olmak 'kaderimizmiş' gibi bir his veriyor. Bunun yazarken kesinlikle romanın basit bir kadercilik tuzağına düşmüş olduğunu, veya bunu yapan 'öğretici' romanlardan olduğunu söylemek istemiyorum. Ancak yaşanan olayla ile okuyucuda uyanan duygu arasında zıtlık, 'Eh işte böyle oluyor' gibi bir duygumsu vermekten öteye gidemiyor.
Bunun yanı sıra romanda bazı 'büyük olaylar' ya da önemli kişiler hikayenin ortalarında veya sonlarına doğru ortaya çıkıyor. Bu bir roman için çok riskli bir unsurdur, bazı iyi yazarlar -örneğin Yaşar Kemal- bunu sübvanse edebilmiştir romanlarında; ancak aynı şeyi Savaş Açlar için söyleyemeyeceğim. Bu romandaki bazı olaylar hatta karakterler sanki sırf ajitasyon unsurunu arttırması için oradalar ve ajitasyon bittiğinde onlar da bitiyor gibi...
Hasan İzzettin Dinamo'nun yazarlığına laf diyecek hadsizliği yapmam elbette ancak bu roman benim için kusurlarıyla hatırlanan bir eser...
Çuvaldızı kendime batırmam gerekirse, romanın akışında yer yer koptuğum ve değerlendirmemi bu kopmaların gölgesinde yaptığımı itiraf etmem gerekir.