Ağlamak, uğradığımız felaketlere karşı vücudumuzda kalan son kuvvetin bir feryadıdır. Ağlayamadığımız zamanlar, bizde o gücün de yok olduğu vakitlerdir ki, onun yerine geçen etkileyici bir sakinlik, en şiddetli elem gözyaşlarından daha yakıcıdır.
Zavallı çocuklar! Sizin o mini mini elleriniz, eski Asya vahşetinin kullandığı ve birkaç asırdan beri insanlığın zorbalık yükünün altında inlediği esaret zincirini kırmak için değil, belki kendiniz gibi küçük kuşları, güzel çiçekleri okşamak içindir.
Karşısında, zamanın geçerken bıraktığı izlerle buruşmuş bir ihtiyar çehre, bir ihtiyar kadın, kendi nuru bitmeye fakat ruhun hafif ışığı aksetmeye başlamış tatlılık ve şefkatle dolu gözlerini çocuğa dikmiş titreyen elleriyle ilaç veriyordu. Hiç şüphe yok ki o merhametli bakış bu küçük için ilaçtan daha iyi bir elemli kalp devası idi.
Bir kalp, sevmek için mutlak servete ve asalete mi muhtaçtır? Bence en hakiki ikbal, ruhun göründüğü iki güzel göz; en büyük servet, kalbin hissini gösteren gül renginde dudaklardan akseden tebessümdür. Güzellikten büyük asalet, temiz kalpten büyük bir servet mi olur?
"Karanlık bir duman içinde bir hayal gibi sessiz ve nadiren geçenler, o büyük parklara girerek, durmaksızın yağan bir yağmurun altında ölümden bahseden vaizlerini dinleyip de bir sokağın bir ucundan öbür ucuna gidinceye kadar İngiliz hastalığı olan karasevdaya uğramaması mümkün müdür?"