Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi

İbrahim Bayram

Öne Çıkan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi Gönderileri

Öne Çıkan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi kitaplarını, öne çıkan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi sözleri ve alıntılarını, öne çıkan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi yazarlarını, öne çıkan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Allah’ın varlığını ispat etme konusunda aklın (aklî delilin) çok büyük önemi vardır. Ona göre, “ilim" kelimesi iki mânada kullanılır: 1) Bilgi: Bedâhete, müşâhedeye ya da o şeyin sebebini bilmeye mebni olarak oluşan bilgi anlamında kullanılır. Bu yollar kesin bilgi sağlar. Bedîhî yolla, duyular vasıtasıyla ve aklî delille bilinen ilim buna
Mustafa Sabri, Cumhuriyet Türkiyesinde ısrarla Kur’ân’ın Türkçeleştirilmesi üzerinde çalışılmasının altında Kur’ân’ın aslının unutturulması, yeni harflerin kabulüyle eski eserlerin artık okunamaz hale gelmesinde olduğu gibi Kur’ân’ın aslının da okunâmayacak duruma getirilmesi gibi niyetler bulunduğunu savunur.186 Mustafa Sabri’ye göre yeni harflerin kabulünün, Kur’ân’ı okunamaz ve tanınamaz hale getirecek bir adım olduğu düşüncesine karşı burada iki yazının birden öğrenilebileceği yönünde yürütülen fikirler gerçekçive kolay değildir.187
Reklam
Aklın mahsüsâta hasredilmesi düşüncesi de yanlıştır. Bu, his ile akıl arasındaki farkı ortadan kaldırır. Halbuki aklın alanı hissin sahasından daha geniştir ve akıl, mahsüsâtın ötesine de geçebilir. Öte yandan aklı mahsüsât alanına hapsetmek onu yokluğa mahkûm etmek demektir. Bu düşünce, gözün görmediği, elin dokunmadığı şeyi kabul etmeme, dolayısıyla da hissî alanda olmadıgı için Allah’ın varlığını akılla ortaya koyamama gibi bir sonucu beraberinde getirir ki böylesi bir sonuç bâtıldır.49 Hissin akla karşı tercih edilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Aklın his ve tecrübeye dayanmak süretiyle güç kazanabileceği ifadesi dahi, aklı istihfâf anlamı taşır.” Akıl ve mantığı yanına alan bir düşünce en sağlam yolu tutmuştur.
Mustafa Sabri, yakın geçmişteki bazı din ulemâsının, Kur’ân ve sünnetin gaybiyyâttan olan ve yeni ilmî anlayışla çatışan nasların (kendi zihin dünyalarına göre) tefsir ettiklerini, böylelikle de nübüvveti dahilikle tevil edecek ve mücizeleri de sıradan olaylar haline getirecek kişilerin önünü açtıklarını düşünmektedir. Mustafa Sabri’ye göre bu yaklaşım, toplumsal meselelerde bir kısım ıslahâta girişen zeka sahibi kişiler ile peygamberler arasındaki farkı ortadan kaldıran, bunun sonucunda -peygamberleri diğer insanlardan ayıran ve onların Allah katında seçilmiş olmalarının işareti olan mücizeleri de bir anlamda ilga eden yaklaşımdır. Bundan sonra artık vahiy, melek ve kutsal kitap da mülga duruma düşecek, peygamberleri tasdik etmemekle, aklî kuvvetleri ile toplumsal düzenleyicilik rolleri üstlenen ve halktan ayrılan kişileri kabul etmemek arasında her hangi bir fark kalmayacaktır. Doğal olarak burada ne dünyevî ne de uhrevî bir ceza da terettüp etmeyecektir. Işte bu şekilde bu düşüncedeki zevâtın dini de, Mustafa Sabri’ye göre (bu anlayışlarından Ötürü) havaya savrulup gidecektir.”l
Mustafa Sabri’nin tesbitine göre “tevekkülün kişiyi tembelliğe ittiğini” söyleyenlerin pek çoğu, tevekkülün içinde yer alan Allah’a güvenmek yerine “nefse güvenmeyi” (özgüven) tavsiye ederler. Bilmezler ki nefse güvenme sonucu, rahatça savaş kararları alınmış, memleket büyük felaketlere sürüklenmiştir. Halbuki bunun yerine Allah’a güvenilseydi,
Mustafa Sabri’ye göre dinde her şeyin Allah’ın takdir ve irâdesiyle meydana gelmesi, ne insanların çalışmasını beyhüde duruma sokar; ne de mutlak mânada insanın mükellef oluşunu ortadan kaldırır. Zira öncelikle insan, Allah’ın takdirinin ne yönde taalluk edeceği konusunda bilgi sahibi değildir. Bu yüzden kendisine emredileni yerine getirmekte kusur etmemelidir. Bu anlamda kazâ-kader meselesini çalışmaya mâni bir hal gibi telakki etmek doğru olmaz. Ayetlerin de gösterdiği üzere kazâ ve kadere iman sayesinde kişi, ne hayal kırıklıklarına uğrar, ne de kibir ve azgınlık gibi gerçekte kişiyi alçaltan sıfatlara tenezzül eder. Öte yandan kader inancının kişiyi tembelliğe sevketmesi bir yana, aksine bu inanç hadisteki, “Çalışınız, herkes kendisi için takdir olunan hâle sevkedilir”495 buyruğunun gösterdiği üzere kişiyi çalışmaya teşvik eder.496 Kazâ-kader inancı kişiyi çalışmaya teşvik ettiği gibi, bu inanç kişinin çalışmasını ümitsizlikten de gururdan da koruyup onu daha temiz ve kuvvetli bir hâle getirmektedir. Öte yandan bu inanç, insanın çalışmasının üzerinde elde ettiği başanyı, tesâdüfün şuursuz irâdesine değil, derin ve tüm kâinâtı içine alan bir irâdenin kapsamına sokması itibariyle de diğerinden daha güzel bir anlayıştır.
Reklam
Geri13
38 öğeden 31 ile 38 arasındakiler gösteriliyor.