Kasım 1947; Radio-Information'dan "La voix des poetes" adlı program için kırk beş dakikalık bir yayın teklifi aldığında ölümüne bir yıl vardı; bir kavram olarak vahşet tiyatrosu on ikinci yılını doldurmuş, Meksika'dan, Tarahumaralar ülkesinden ayrılalı on bir yıl geçmiş, ülkesine döndüğünde dokuz yıllığına kapatıldığı klinikten henüz çıkmıştı. Antonin Artaud; 51 yaşındaydı, kafatası biçimsizleşmiş bir aktördü, şiirle varolmuyor yazıyla yaşıyordu, ateşin ve otun sınavından geçtiği, organlarından ve onların bağımsız işleyişinden kurtulup mutlak, ıstırapsız bir beden gibi varolmayı becerdiği tek ülkeyi, Güney Amerika'nın kızıl topraklarını arıyordu, yazısında da. Arayışın yorgunluğu bir çözünme, bir dilsizlik, bir dinginlik gibi gelmemişti, bir beden soğuması, bir duruş değildi, öfke ve taşkınlık sürüyordu, düşüncenin ve beynin yerine duyuları koyduğu, tasarısız, modelsiz, birikimsiz bir yazıya, sinir hücrelerini saydamlaştıracağı, barbar ve ilkel olanaklarla işleyen, brüt seslerle duraksız kımıldayan, bedende başlayan, bedenden sızan bir şiire, bir tiyatroya en çok inandığı dönemde, Babil'in imgesini bile kül etmeye hazırdı. Öte yandan kendisi, Antonin Artaud, daha o vakitlerde topraksız, bedensiz, hakikilikten uzak bir imgeye dönüştürülmüştü ve köpürüyordu.