Öne Çıkan Tarihin Cinsiyeti kitaplarını, öne çıkan Tarihin Cinsiyeti sözleri ve alıntılarını, öne çıkan Tarihin Cinsiyeti yazarlarını, öne çıkan Tarihin Cinsiyeti yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tarih boyunca, hem erkeklerin hem de kadınların, mensup oldukları sınıf, ırk, dinsel topluluk vb. nedeniyle tarihsel geleneğin dışına itilmeleri çok sık rastlanan bir olgu, ama hiçbir erkeğin salt cinsiyeti nedeniyle dışlandığı görülmüyor. Oysa kadınlar için durum böyle değil; onlar, aidiyetleri ne olursa olsun, sırf cinsiyetleri nedeniyle ayrımcılığa tabi tutuluyorlar ve tarihin yazılması ve yorumlanması işleminden, daha genel olarak sembol yaratma işleminden dışlanıyorlar ve tarihin yapımına etkin olarak katılan özneler oldukları halde, kendi tarihlerini bilmekten alıkonuyorlar. Bu bakımdan Cicero'nun
sözü, kadınlar için özel bir anlam taşıyor: Geçmişini bilmekten alıkonmak ile "sürekli çocuk bırakılmak" arasında gerçekten yakın bir bağ var; nitekim, ataerkil hukuk da bu durumu tescil edercesine çok uzun bir dönem boyunca kadınları, çocuklar ve delilerle aynı kefeye koyarak "kısıtlı" saymakta herhangi bir mahzur görmemiştir.
...feministlerin varolan düzene karşı eleştirileri, yalnızca hakları ve eşitlik talepleriyle ilgili programları kapsayan bir şey olmakla kalmayıp ilişkileri, kimlikleri, örgütlenme biçimlerini vb. değiştirmeyi hedefleyen bütünsel bir politikayı içeriyor. Bu, aynı zamanda şu anda kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış ve karşıtlaştırılmış toplumsal cinsiyet kimliklerinin sınırlarının bulanıklaşmasını ve giderek insanların cinsiyetlerine göre tanımlanmadıkları, yani cinsiyet farklılığının kodlanmış anlamlarının önemini yitirdiği yeni bir dünya tasavvurunu da kapsar. Böyle bir tasavvur, "kadın" ve "erkek" kategorilerini ilahi takdir eseri olarak gören ve dolayısıyla bunlardaki en ufak bir değişikliği Tanrı buyruğuna karşı gelmek olarak değerlendiren İslami anlayışa tümüyle terstir.
Hindistan'da, Çin'de ve başka yerlerde dişi fetüsün doğumdan önce öldürülmesi, yeni doğan kız çocuklarının katledilmesi ve kötü beslenmesi, şu anda yer yüzünde kol gezen kadına yönelik şiddetin soykırım boyutlarına vardığını ortaya koyuyor. Harvard Üniversitesi'nde ekonomi dersleri veren Nobel ödüllü Hintli profesör Amartya Sen, belirli bölgelerdeki kadın ve erkek oranlarına ilişkin istatistikleri karşılaştırarak, dünyada 80 ila 100 milyon kadının kayıp olduğunu, özellikle Asya'da bu kadar sayıda kadının daha varolması gerekirken varolmadığını belgelemektedir. Bu kadınlar, kadınların insan hakları hareketinin "kayıp"ları, "desaparecidos"ları sayılmaz mı, ve bu 100 milyon kadının katlinden hükümetlerin sorumlu tutulması gerekmez mi?
"Marjinalleştirilmiş bir grup olarak kadınlar, mevcut iktidar ilişkilerini dönüştürmek istiyorlarsa birbirleriyle iletişim kurmak, birbirlerinin sesini duymak, birbirleri hakkında bilgi sahibi olmak ve ittifaklar oluşturmak zorundadırlar."
Sonuç olarak, evrensel insan hakları nerede başlar? Eve yakın, küçük yerlerde - öylesine yakın ve küçük yerlerde ki, dünya haritalarında görünmeleri mümkün olmaz. Oysa, onlar bireyin dünyasıdır: İçinde yaşadığı mahalle, gittiği okul, çalıştığı fabrika, ofis ya da çiftlik. Ve tek tek her erkek, kadın ya da çocuk, ayrım gözetilmeksizin, adalet, fırsat ve onur eşitliğini böyle yerlerde arar. Bu hakların böyle yerlerde bir anlamı yoksa, başka yerlerde pek az anlamı olur.
ELEANOR ROOSEVELT
(BM, New York, 27 Mart 1 958)