Berlin’e geldiğimden beri, köleleşmiş kitlelerin baskısı altında yaşıyorum. İnsana sevgisiz Prusya ast-subay ruhuna burada bir de metropolün makineleşmiş yığınsallığı eklenmiş ve sonuç olarak, insanlık onuru bilinen tüm ölçülerin altına düşmüş… Tren istasyonlarında, tere batmış kahvelerde bazen şöyle bir hisse kapılıyorum: Sanki birden bir bölük polis baskın yapıyor ve kalabalıktan on-yirmi kişiyi kılıçtan geçiriyor ve buna rağmen diğerleri ne trenlerini kaçırıyor ne de sütlü kahvelerini soğutuyorlar… Roman kahramanı, Berlin ruhunu taşraya taşıyacak, ama her şeyden evvel son kerteye kadar Bizanslı kalacak “sıradan” bir Yeni Alman olacak. Kendisinin bir kâğıt fabrikası olmasını; zamanla yurtsever karpostallar üretmesini ve Kayser’i muharebe resimlerinde, tanrılaştırılmış pozlarla göstermesini tasarlıyorum.
Düşüncə tərzi də indi olduğu kimi heç vaxt belə gözəl tənzimlənməyib. Bəs əməllər? Zəmanəmiz, əziz müasirim, əmələ hazır deyil. Çox şeyi görüb-götürmək üçün öncə yaşamaq lazımdır, əməl isə həyat üçün qorxuludur.
“ Üzerimizden geçen ve toynaklarını öptüğümüz iktidar!Açlığın,kibrin ve direncin üzerine basarak geçen iktidar!Onu hepimiz sevdiğimiz için, karşısında hiçbir şey yapamadığımız iktidar!”
“Hainlerinden yargılanmadan önce söz hakkı vardır. Halka ihanet edenler ,böyle görünür. Benim neslimin savaştığı,öldüğü,hapse veya darağacına gittiği zamanlardan bu yana değişen sadece dış görünüşleri.”