- " Ne olursa olsun vatanseverliğin ortadan kaldırılması gerek! Devrimin, yalnız bir ülkenin dar çerçevesinde gerçekleştirilebileceği nasıl düşünülebilir? Gerçek bir devrimci olabilmek için önce bütün bağları koparmak, kendinden koparıp atmak gerek..."
- "Dikkat et! Sen devrimciyi, olmak istediğin örnek devrimciyi düşünüyorsun. Buna karşılık doğanın, gerçeğin, hayatın ortaya çıkardığı insanı, genel anlamda insanı gözden kaçırıyorsun.. Kaldı ki bu sözünü ettiğim vatanseverlik, gerçekten yok edilebilir mi? Sanmıyorum. İnsan ne isterse istesin, bir iklimde yetişmiştir. Kökeninden gelen bir mizacı vardır. Etnik bir yapısı vardır. Kendisine biçim veren uygarlığın adetlerine, özel biçimlerine bağlıdır. Nerede olursa olsun kendi dilini unutmaz..."
“Adaletin zaferinin kolay ve yakın olacağına inanmanın saçma, ama umutsuzluğa düşmenin daha da saçma ve bir suç olduğunu anladım! Sonra bu zafere inanmanın eylemden geçtiğini anladım!.. Sonra içgüdüsel başkaldırmanın, öteki başkaldıranlarla birlikte toplumsal evrim yolunda çalışmakla, etkin olabileceğini anladım…”
Savaşmıyordu Jacques, kendisini bırakıyordu bu yüreğini daraltan ölüm düşüncesine. Yaşamanın boşluğu öyle derin bir kuvvetle duyuruyordu ki kendisini, her çabanın boşluğu öylesine apaçık görünüyordu ki, onda adeta tadına doyulmaz bir coşkunluk yaşatıyordu. Ne diye bir şeyler istemeliydi? Neden umut beslemeliydi? Gülünç şeydi yaşamak, ne türlü olursa olsun.
Yaşamımın en belirleyici günlerinden biri, başkalarının bende ayıpladığı, tehlikeli gördükleri şeyin, aslında tersine, benliğimin en iyi, en gerçek yanım olduğunu anladığım gündü.
İnsan kendisinden söz ederken, ne yaparsa yapsın hiçbir zaman olduğu gibi doğruyu söylemez... Bu kaçışlar, bu her şeyi kırıp geçirerek kendimi kurtarma gereksinmesi korkunç bir şey, bir hastalık gibi...
Bütün bir gün en özgürce, en büyük bir içtenlikle konuşabiliriz, ama birbirimizi bir dakika bile anlamadan, bir saniyecik olsun birbirimize yakınlaşmadan!..