Yazarının ilk ve tek romanı olduğunu öğrenince çok şaşırdığım bu kitap; cumhuriyetin ilk yıllarında yazılıp İstibdat, Meşrutiyet ve Mütareke zamanlarının üç İstanbul'unun kaosunu, insanlarını, tüm kötülükleri ve ahlaksızlıkları satırlarında barındıran, her bölümünde ayrı bir entrika olan, yaşanan her olayın bir sebep uğruna yaşandığı ve her detayı sonuna kadar ince ince işlenmiş (bence) okuması oldukça keyifli ve dönemi anlamak isteyenler için yararlı bir kitaptı. Dili konusunda ise söylemek isterim ki kitaba başlamadan önce biraz da tarihi bir roman olmasından kaynaklı ağır bir dil beklemiştim ancak kitabın dili için ağır dersek çok haksızlık etmiş oluruz.
Kitap boyunca tutunacak bir dal, ''Evet bu karakteri seviyorum!'' diyebileceğim ve her çevirdiğim sayfada onun mutluluğunu umacağım bir karakter aradım. Ama kitaptaki her karakterin benliğini şekillendiren, hepsinden tek tek iğrenmemi sağlayan bazen şehvet, bazen kibir ve bazen hırs olmak üzere çeşitli etkenler kitabı okurken beni bir dakika bile huzursuz etmeyi bırakmadı.
Tüm bunlara rağmen bir noktadan sonra çok duygusal davranarak baş karakter Adnan'ın başına gelen her felakete onunla birlikte üzüldüm, onunla birlikte kızdım; bir insanın bu denli yalnız olması ihtimaliden çok rahatsızlık duydum ve korktum. İşte belki tam da bu yüzden kitabın sonundaki 'kalabalık' cenazeden çok etkilendim!
Kitabın sonunda her olayın birbirine bağlanması beni fazlasıyla rahatlatmış olsa da insanlığa ve insanların ne olabileceğine dıştan, geniş bir bakışın üzerimde oluşturmuş olduğu huzursuzluktan bir süre kurtulabileceğimi hiç sanmıyorum.