“Çok fazla şeye ihtiyacın olduğunu düşünerek yaşarsın. Ta ki bir gün yanına sadece annenin fotoğrafını alıp şehri terk edene kadar.
Marin, eski hayatıyla tüm bağlarını koparmış ve her şeyi unutmayı seçmişti. Büyükbabası öldükten sonra olanları kimse bilmiyordu en yakın arkadaşı Mabel bile. Fakat evinden çok uzakta olsa da, hatıraları peşini bırakmıyordu.
Aylar geçmiş ve kış tatilinde yurt odasında kendisini yapayalnız bulmuşken, Marin sadece bekliyordu. Mabel planladıkları gibi onu ziyarete geldiğinde, söylenmemiş tüm sözlerle ve buz kesmiş kalbiyle nihayet yüzleşmek zorunda kalacaktı.” -Arka kapak yazısından.
Tüm kitap boyunca, iki kişinin üç günde gezdiği yerleri, yurt odasında oturmaları ve yediği yemekleri(hep de aynı şeyler ama ne yaparsınız öğrencilik hali) okuyoruz. Bir tutam da travma serpiştirilen hikayeye zaman zaman geçmişteki birkaç anı dahil oluyor ve onlar sayesinde Marin'in hayatındaki her şeyi -en yakın arkadaşını bile- arkasında bırakıp "kaçma" sebebini öğreniyoruz.
Aynı anıyı aynı kelimelerle belki yirmi kere tekrar etmesi biraz can sıkıcıydı... Sanırım bu "kısıtlı bir zamanı tüm romana yayma" durumu ister istemez sürekli tekrara düşmeye ve hiç merak uyandırmayan gereksiz detaylara yer verilmesine yol açıyor.
Fazla karakter yok, hikayesi karmaşık değil, dili sade. Tam ağır okumalar bunalttığında kafanızı boşaltabilmek adına araya sıkıştırmalık dümdüz bir kitap.