Beethoven, Goethe'ye Ayışığı Sonatı'nı çaldığı vakit, Goethe'nin kılı bile kıpırdamamıştır. Beethoven de o zaman şöyle bağırır:
— Ama üstad siz de bana bir şey söyleyemezseniz, beni kim anlar?
Sandalyesini söverek değiştiriyordu. Ceketini çıkarıyordu. Kollarını sıvıyordu. Saçlarını tarıyordu. Kahve söylüyordu. Kahveyle birlikte şansı değişir gibi olunca: "Kahvesizliktenmiş. Arabım gülmeye başladı artık. Oğlum Edip, seni İsmet Paşa bile kurtaramaz. Buna mars derler. Seni bir kez daha Marsilya'ya vali, Şam'a da kaymakam yaptım mı, işin bitiktir." diyordu. Öfkesi coşkun bir sevince dönüşüyordu. Davranışları yumuşuyordu. Kırdığını sandığı bizlere: "Canınız ne isterde için. Nasıl olsa paraları Edip verecek." sözlerini ederek gönüllerimizi alıyordu. Edip Cansever beni göstererek: "Peki ama bu niye gülüyor?" diyordu. Orhan Kemal omzumu okşuyordu: "Tokanma yeğenime. O, tavla maçlarının milli seyircisidir." Kendisi iki, Edip dört olmuşsa, ellerini birbirine sürterdi: "Dörtte kalan dertte kalır."
Sanatçıların bir yaşama felsefesine varmaları, daha çok ileri yaşlarda, yani yaşamanın dışına çıktıkları, ya da bir kenarına itildikleri yıllarda gerçekleşebilir.
Yazarlıkta ilk zorluk gözlemle başlar.
Gözlemin ne başı, ne sonu vardır.
Yürüyecek, oturacak, kalkacak
gerdeğe girecek ve boyuna
gözlem atıştıracaksın.