Gene de, gereklidir yazmak. İyidir. İğne ucu kadar, kum tanesi büyüklüğünde bir işaret bırakmalı dünyaya insan çekip gitmeden. Bir kapıyı aralamalı. Evet, bir kapı, bir anahtar, biraz ışık. Hepsi bu... Ötesi yok.
Unutmak sözcüğünü düşündüm. Derin bir çukur kazıp bana acı veren her şeyi -ve onu- gömmek, üstünü örtmek ve bu mezara işaret koymamak demekti unutmak. Gerisi boşluk.
Mutluluk kendi tarihini oluşturabilecek bir süreç değil. İnsan asıl acılarını anlatmaya yatkın bu yüzden. Acı çekme güdüsü, bir bakıma insanın var olduğu günden bu yana katlanmak zorunda kaldığı her şey yüzünden kalıtsal olarak genlerine yerleşmiş olabilir.
Güzeldir gene de bir insanın sıcaklığını duymak kısacık bile olsa. Ama hemen yalnızlığını özlersin yeni birini aramayı sürdürmek için. Her zaman yeni biri vardır. Sonrası biraz pişmanlık ama kayıtsız dinginliktir.
Organların işlevini kusursuz bir biçimde yerine getirerek bedensel canlılığını sağlıyorlar şimdilik. Ama ruhun teninin altında güdük kalmış bir bitki. Kendinden kaçıp kurtulmayı, büyümeyi başaramayan bütün rüzgarlara duyarsız, ışığa kör, özsuyu kurumuş cılız bir uç
Anlamıştık. En kısa zamanda birimiz+birimiz=ikimiz olduk. Ama şimdi o anlamanın yalnızca bir yanılgı olduğu ve önemsenecek bir benzerlik taşımadığımız ortaya çıktı, ben ve sen olduk yeniden. Hatta bundan daha kötü duruma geldik.
"... O gece birbirimizi daha önceden tanıdığımızı sanmıştık. Hiç kuşkum yok ben seni çok uzun zamandır, belki de görmeden çok öncesinden seviyorum. Çünkü bazen insan içinde birini taşır, bilmediği birini ve onu gördüğünde yaşamı boyunca sevdiği insan olduğunu anlayıverir."