Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ortaçağ: Feodal Dünya

Yüzyılların Gerçeği ve Mirası 2. Cilt

Server Tanilli

En Eski Yüzyılların Gerçeği ve Mirası 2. Cilt Gönderileri

En Eski Yüzyılların Gerçeği ve Mirası 2. Cilt kitaplarını, en eski Yüzyılların Gerçeği ve Mirası 2. Cilt sözleri ve alıntılarını, en eski Yüzyılların Gerçeği ve Mirası 2. Cilt yazarlarını, en eski Yüzyılların Gerçeği ve Mirası 2. Cilt yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
« Ortaçağ» terimi, XV. yüzyıldan kalmadır. İtalyan ede­biyatçıları ve tarihçileri çevresinde ortaya çıktı bu terim. Bu aydınlar, kendi kültürlerinin, doğrudan doğruya İlkçağ kültürün­ den doğduğuna inanıyorlardı; bu İlkçağ kültürü, İtalya’da, yeni­den ortaya çıkmıştı onlara göre. Ve İlkçağ’la Rönesans arasında­ ki döneme, derin bir kültürel çöküş, bir «Ortaçağ» (medium aerum) olarak bakıyorlardı. İnsanlık tarihinin ana devirleri -malûm- XVII. yüzyılın sonunda saptandı: İlkçağ, Ortaçağ ve Modern Zamanlar idi bun­lar. Yükselen burjuvazinin görüşlerini dile getiren Rönesans tarihçileri de, Ortaçağ’ı, Kilise’nin egemen olduğu bir gerileme ve karanlıkçılık devri olarak görüyorlardı. XIX. yüzyılda, burju­vazi, feodalizm karşı kesin zaferini kazanınca, en ileri ülkelerin burjuva tarihçileri, Ortaçağ’la ilgili değerlendirmelerini değiştir­diler; bilime tarihsel «ilerleme kavramı» girdiği için, bir Ortaçağ’ın yarlığım tanımak zorunda kaldılar bu tarihçiler de. Bu devri ülküleştirmeye ve çağdaşlaştırmaya kalkanlar bile oldu. Ancak, gerçeği şu ki, burjuva bilimi, Ortaçağ hakkında gerçek­ten bilimsel ve nesnel bir ölçüt koyamadı ortaya.
431 yılında Efes Konsili, Sasanîlerin ülkesine sığınmış Nesturiliği mahkûm eder; 451 yılında Kadıköy Konsili de Monofizitliği. Ne var ki, Suri­ye’de ve Mısır’da gücünden hiçbir şey yitirmeyen Monofızitlik, bir yüzyıldan fazla bir zaman, tâ Konstantinopolis’teki hükümet çevrelerine değin etkide bulunacaktır. İmparatorların, Monofızitlere verilecek ödünler, Roma ile birlik ve Monofizitler karşı­sında sertlik politikası arasında duraksadıkları olmuştur.Ancak, iç barışı sürdürmek için Monofızitlere verilecek ödünler boşa çıkmış, fazla olarak da Roma ile güçlüklere yol açmıştır. Özellik­le Justinianus, öteki sapkınlara ya da imansızlara, Ariusculara, paganlara, Manicilere, Yahudilere zulmederken, Monofızitlere de zulmetti. Buna bir tepki olarak, Monofizitler, kesin biçimde ayrı ve özerk kiliseler kurdular: Kıptî Kilisesi, Suriye -ya da Yakubî- Kilisesi, çok geçmeden de Ermeni Kilisesi böyle doğ­du. Her birinin törenleri, kendi dillerinde yapılıyordu ve kendi hiyerarşilerine bağımlıydılar.
Reklam
Batı İran’da, asıl anlamıyla Sasanî diyebilece­ğimiz bir sanat gelişiyordu. Bu sanat, Hellenistik dönemle Part döneminin yabancı esinleriyle, Akamanışların eski geleneklerini birleştiriyordu. Bu sanatın bütün Yakındoğu’da büyük etkisi oldu; bu etkinin izlerim, Batı Avrupa’da kimi kilise ve bazı sanat eşyalarında bile görüyoruz.
İran’ın ve Roma'nın etkilerini sürekli duydukları, kuzeyde Kushâna İmparatorluğu ve güneyde Ândra krallığının parlak devirlerinden sonra, Hint, parçalanır. Onunla beraber, düşün ve sanat yaşamı da çaptan düşer. Bununla beraber, IV. yüzyılın başlarında, yeni bir hanedanın, Gupta’ların Hind’i yeniden derleyip toparlamaya başladığını görürüz. İçerde siyasal birliğe koşut olarak, Hint, kuzeyde tâ Yukarı Asya, Çin, Kore ve Japonya, güneyde de güney-doğu Asya’ya kadar yayar etkisini. Hindistan’ın gerçekten altın devridir bu.
Guptalar
Eğitim ve öğretim, geniş boyutlara varmıştır: İçinde yüzler­ce öğrencinin en seçme Ve zengin bir öğretim kadrosundan ders gördüğü büyük okullar görüyoruz. Bu okullarda, felsefe, kutsal metinler ve gramere ek olarak, müzik, tiyatro, dans ve resim öğretiliyordu.
Çin’e Barbarların girişi, topluma gerçekten bir karışıklık ve düzensizlik getirmişti. Güneydeki İmparatorluğa kitle halinde göçen eski soylular, daha önce gördüğümüz gibi, büyük mülkiye­ti orada da ihya etmiş ve ayrıcalıklarını yeniden yürürlüğe sok­muşlardı. Kuzey Çin’de ise, yeni imparatorlar, öyle bir ülke kar­şısında bulunuyorlardı ki, kendi zayıf güçleri onu yeniden örgüt­lemede yetersizdi. Öyle olduğu için de, görevlilerini, Kuzey eya­letlerinde kalmış en bilgili kişiler arasından derlediler; dokuz sınıfa ayrılmış olan bu kişiler, aralarında ciddî bir hiyerarşi bulu­ nan bir soylu sınıf oluşturdular. «Eski Kapı», «Yeni Kapı», «Soy­lu Kapı» diye adlar taşıyan bu aristokrasi, özellikle istilacılarla yapılan evlilikleri hiç hoş karşılamıyordu. İstila edilmiş bölgeler­ de, yabancı düşmanlığı, hatta bir ırkçılık hüküm sürmüştür.
Reklam
Bu konu ile ilgili Ibni Hişam'in çok güzel anlatımı var
Mekke kenti, VI. yüzyılda,Arabis­tan’ın en önemli merkeziydi. Tapınağı Kâbe sayesinde dinsel bir, başkentti; ticaret yönünden ise, uzun zamandan beri Petra’nın yerine geçmişti.
Frank top­lumu, Karolenj devrinde de, Merovenj devrinde olduğu gibi kölecidir: İngenuilerle serviler arasındaki İlkçağ’dan gelen zıt­lık, çağdaşların gözünde temel ayırım olarak kalmaktadır; yalnız birinciler toplumun üyesidirler ve o sıfatla askerlik ve adlî etkin­liğe katılırlar. Dil de göstermektedir bunu: «özgür» ve «frank» eşanlamlıdır.
İslâm ülkelerinde, sosyal gerilimler dinde sapkınlıklara da yol açıyorlardı. Müslüman kisvesi altında ortaya çıkan bu sapkınlıklar, aslında çok daha eski öğretilerin gün ışığına çıkışıy­dı. Mezhepler arasında kopuş genişliyor ve gitgide derinleşiyor­du. Haricilik, Berberistanda toplaşmıştı; oradan, X. yüzyılın ortalarında, Fatimîlere karşı korkunç bir harekete esin kaynağı olacaklardır.
Bizans ve Müslüman sanatçıları, süsleme anlayışları bakı­mındanda birbirlerine yaklaşmaktadırlar. Anıtsal heykel ve süs­leme yüksek-kabartma kaybolmuş, çoğu kez ayrıntılı ve aşırı, kimi zaman renkli kimi zaman oyma bir süsleme geçmiştir yeri­ne. Tekrar olacak söyleyeceğimiz: İslâm, canlı varlıkların betim­lemesini yasaklıyordu. Aslında bağnaz bir yorumdu bu, dahası sonradan ortaya çıkmıştı; kaldı ki, İranlı sanatçılar hiçbir zaman uymadılar böylesi bir yasağa. Kuşkusuz, dinsel yapılarda, Allahı insan ya da bir hayvan biçiminde betimlemek söz konusu değil­di; çünkü Allah, tanımı gereği, somut varlıklara üstün bir cev­herdi. Bunun gibi, yaratıkları oldukları gibi canlandırmak da olmuyordu. Ne var ki, Müslüman sanatçı, örneklerini çokça gör­düğümüz gibi, sivil yapılarda, bitki, hayvan dünyasının, hâttâ günlük yaşamı içinde, avda ya da savaşta insanların ona esinlen­ dirdiği her şeyi süslemede kullandı. Aslında, özellikle Yahudi çevrelerde, sanatçı, varlıkları biçimleme eğilimindeydi; Arap dünyasının pek güzel biçimde kullandığı«arabesk» bundan esin­lenmiştir. Aynı eğilim, Bizans sanatçılarının da yabancısı değil­di. Onlar da, tasvir mücadelesinden sonra, tapmaklarda, kutsal kişileri, hatta Tanrıyı betimlemekte duraksama göstermediler. Ne var ki, Kutsal Kitab’ın öykülerini insanîleştirmeye girişecek. olan Batı sanatçılarının tersine, Bizanslı sanatçılar, dogmatik olarak tanımlanmış ve değişmez, İnsanî olmayan ya da insanüs­tü biçimlerde soyut bir teolojiye gittiler.
95 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.