Safevîler çağına kadar Şafiî mezhebine mensup olan Farsların, Şah İsmail ve oğlu Şah Tahmasb zamanlarında Kızılbaşlar ve Caferî âlimler eliyle Caferi/Şia yapıldığı bilinen bir husustur. Şüphesiz, Caferîlik, İmam Cafer Sådık veya onun yakınları tarafından icat edilmiş bir isim değildir; dışarıdan verilen bir isimdir. Bununla birlikte önceden Zeydîlik, daha sonra da İsmailîlik gibi Şialığın iç bölünmeleri, On İki İmam Şiası'nın zamanla Caferîlik adını benimsemesini teşvik etmiş olmalıdır.
Alevîlik, şüphesiz şekilde İslâm dairesi içindedir. Hatta Alevî geleneği, kendini İslâm'ın özünde ve merkezinde görür. Alevîler genel olarak Müslüman kimliğini benimser ama kendileri için daha yoğun şekilde mümin adını kullanırlar. Müminlik, Müslümanlığın üst seviyesini ifade eder.
"Osmanlı Devleti ile Safevîler arasında kalan Kızılbaşlar, Osmanlı Devleti tarafından din ve devlet düşmanı olarak görülmüş, bu anlayışın sonucu olarak Kızılbaş ismi devlet tarafından asi dinsiz gibi küçültücü bir anlamda kullanılmıştır."
Bölgedeki 21 köyden 5-6 tanesi Sünni, geri kalanları ise Alevidir. Alevi köylülerin hemen hepsinde dinci baskıların etkisi sıfıra indirilmiştir. Daha 20 yıl önce, halkın sürünerek ayağını öptüğü dedelerin hali şimdi yürekler acısıdır. “Devrimci değilim” diyen dedeyi bulmak olanaksızdır. Bunların çevrenin baskısıyla devrimci geçindiğini halk bildiğinden, onları sahtekârlar olarak görüyor ve sözlerine pek saygı göstermiyorlar. Sünni köylerde, dinin etkisi hâlâ kuvvetle devam ediyor, hacıların, hocaların, gerici din adamlarının, köylüler üzerindeki gerici etkileri hâlâ ayakta duruyor. Bölgede, Sünniler genellikle tutucu ve gerici, Aleviler ise ilerici ve devrimci bir rol oynuyorlar.
Yerel gericiler ve devlet güçleri, köylülerin sınıf mücadelesini Alevi-Sünni çatışmasına dökerek soysuzlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar; Aleviler aleyhine Sünnileri kışkırtmaya ve böylece ezilen ve sömürülen köylüleri birbirine düşürmeye çalışıyorlar; özellikle gerici din adamları, “devrimciliği”, “kızılbaşlık” olarak damgalıyorlar, “baksana hep kızılbaşlar bu düşünceleri taşıyor, bu iş kızılbaşlığın ta kendisidir” diye köylüleri sahtekârca aldatmaya çalışıyorlar ve ne yazık ki hala emekçi Sünnilerin çoğunluğu da buna alet ediliyor. Fakat Alevi halk genellikle bundan etkilenmiyor. Bunlar, “Sünnilik, Alevilik, Kürtlük, Türklük diye ayırım yapmak yanlıştır, bu kavga yoksul-zengin kavgasıdır, kimden olursa olsun bütün yoksulların birleşmesi şarttır” diyorlar.
Ebu Suud ve Aleviler ile ilgili fetvası:
Bu "nur yüzlü, vakur, muhteşem" ve "devletine layık Şeyhülislam" Ebu Suud, Kızılbaşlar için "canları, malları, namusları
size helaldir" biçiminde fetvalar vermiş ve Alevi katliamlarının yolunu açmıştır. İşte onlara bir örnek:
"SORU: Kızılbaş topluluğunun, dine göre
Ben ilk adımda askerlerimi dindar ve mutaassıp zannetmiş, fakat cahil bulmuştum. Ama ne de olsa bunlar cahil fakat Müslümandır diyordum. Halbuki biraz sonra anlaşıldı ki, hepsinin nüfus kağıtlarına ve künyelerine geçirilen bu «İslam» kaydına bakmayarak, bu kalabalığın içinde bir sıra bir birini tutmaz dinler, yahut din tortuları, mezhepler, inançlar, tarikatlar canlı olarak yaşamaktadır. Bunların hepsinin ruhlarına köksüz inançlar, vehim, şüphe ve geçmişin tortuları hakimdir. Hatta bir aralık inandım ki bölükte hiç olmazsa, aslını bilmeden de olsa kendini «İslam» sayanlar, çoğunlukta bile değildir.
Aleviler, Yezidiler, Kızılbaşlar ve daha akla ve tasnife gelmeyen ve hepsi de geçmişin bilinmeyen köklerinden gelip, mensubunu karmakarışık bir insan çamuru içinde yaşatan bir sürü itikat döküntüleri, bu insanları parça parça birbirlerinden ayırmaktadır. Bu görüş ve kanılara varınca, bölüğün daha ilk adımda dinini, milletini ve vatanını bilmemesi şeklinde meydana vurduğu sert gerçek güçlükle de olsa, birtakım tarihi ve etnik sebeplerle az çok izah edilebilir bir hal almaya başladı.