Arjantin edebiyatından tekrar merhaba.
1964-1968 yılları, Buenos Aires.. 60’lı yılların Arjantin’i Calle Maipú 994 numaralı kızıl mermer bina, 6B Daire’ye gidiyoruz zamanda..
Alberto Manguel Arjantinli deneme ustası bir yazar; 16 yaşındayken okuldan kalan zamanında çalıştığı bir kitapçıdan çıkarak haftanın üç-dört günü
Herkese merhaba, keyifli pazarlar, hayırlı ramazanlar..
Bu aralar farklı kültürlere ait yazarların eserlerini okumak oldukça keyifli oluyor. Dünya kupasından sonra Arjantin’i ve bu ülke edebiyatını da merak eder oldum ancak nereden/kimden başlayacağımı bilemedim. Minik bir araştırma sonucu
Jorge Luis Borges eserlerinin oldukça revaçta olduğunu gördüm.
İlk defa bu konuda bir ileti yazmamın sebeb-i ziyareti malum: Arjantin edebiyatında okuduğunuz kitaplara dair önerileriniz varsa paylaşmanız.
Teşekkür eder, güzel okumalar dilerim. :)
“Kitapları gündelik hayatla kirletmemek gerektiğini zamanında fark ettim (…)” (…) İnşa edilen bir kütüphane yaratılan bir hayat demektir, yığılmış kitaplar toplamı değildir asla.”
Sevdiğim kitaplar sayesinde dokunduğum, büyüdüğüm, çoğaldığım, eksildiğim hayat tecrübelerinin kıymetini son ana kadar hatırlayacağım. Sonra benden kalanları başkaları hatırlayacak.
Hem belli mi olur, belki bir gün kumsalda yürürken böceklerin kemirdiği ama yok edemediği, eski ciltli bir kitaba takılırım. Usulca eğilir önce onu boğan yosunsu otlardan kurtarırım. Yazarının sesinden evvel bu dünyadan geçip giderken iz bırakmak isteyenin alçak sesle okuyuş sesini duyarım. Sonra batık bir gemiden kıyıya vuran enkaz misali gün ışığında kuruyan soluk sayfalarını koklarım. Onu tılsımlı bir hediye gibi gittiğim her yere taşırım. Kimsenin açmaya cesaret edemeyeceği mühürlü hafızasının kilidini kırarım. Ve sonra belki her şey bittiğini sandığım yerde, zamanın edebiyata savurduğu tozların uçuşmasıyla yeniden başlar.
Sevdiğim kitaplar sayesinde dokunduğum, büyüdüğüm, çoğaldığım, eksildiğim hayat tecrübelerinin kıymetini son ana kadar hatırlayacağım.
Sonra benden kalanları başkaları hatırlayacak.
Hem belli mi olur, belki bir gün kumsalda yürürken böceklerin kemirdiği ama yok edemediği, eski ciltli bir kitaba takılırım. Usulca eğilir önce onu boğan yosunsu otlardan kurtarırım. Yazarının sesinden evvel bu dünyadan geçip giderken iz bırakmak isteyenin alçak sesle okuyuş sesini duyarım. Sonra batık bir gemiden kıyıya vuran enkaz misali gün ışığında kuruyan soluk sayfalarını koklarım. Onu tılsımlı bir hediye gibi gittiğim her yere taşırım. Kimsenin açmaya cesaret edemeyeceği mühürlü hafızasının kilidini kırarım. Ve sonra belki her şey bittiğini sandığım yerde, zamanın edebiyata savurduğu tozların uçuşmasıyla yeniden başlar.
Bir vazo, bir kahve makinesi yahut bir televizyon bir kitaptan çok daha önce eskir yahut kırılıp bozulur. Bir kitap, sahibi onu parçalamak, sayfalarını yırtmak, ateşe atmak istemediği sürece işlevini yitirmez.