Geçmiş devrimlerin en vurucu özelliği kendiliğinden başlamış olmalarıdır. Hangisini incelemek istersek isteyelim, 1789 Fransız Devrimi, 1848 devrimleri, Paris Komünü, Rusya’da 1905 devrimi, 1917’de Çarlığın alaşağı edilmesi, 1956 Macaristan devrimi, veya 1968 Fransa genel grevinin başlangıç aşamaları genellikle aynıdır; mayalanma dönemi kendiliğinden kitlesel bir yükselmeye dönüşür.
Bu yükselişin başarılı olup olamayacağı onun kararlılığına ve silahlı güçlerin halkın üzerine gidip gitmediğine bağlıdır. Eğer bir “şanlı parti” varsa, neredeyse her zaman, olaylara geç kalır. 1917 Şubat’ında Bolşeviklerin Petrograd örgütlenmesi, çarı devirmeyi amaçlayan devrimin arifesinde grev çağrısına karşı çıkmıştır. Neyse ki işçiler Bolşevik “talimatları” dinlememiş ve greve gitmişlerdir. Takip eden olaylarda, Bolşevikler de dahil olmak üzere kimse, olaylara “devrimci” partilerden daha fazla şaşırmamıştır. Bolşevik lider Kayurov’un anımsadığı üzere: “Partinin neredeyse hiç yönlendirici bir inisiyatifi hissedilmemiştir... Petrograd komitesi yakalanmış, Merkez Komite’de bulunan yoldaş Shliapnikov, ilerleyen günlerde herhangi bir yönlendirme yapmayı başaramamıştır."
Elbette bu isabetliydi. Petrograd komitesi tutuklanmadan önce, Shliapnikov’un durum üzerine değerlendirmeleri ve süreçte üstlendikleri rolü öyle sönüktü ki, işçiler onun yönlendirmesini takip etselerdi, devrimin o gün olduğu zamanda gerçekleşmesi hayal olurdu.