d

Düşüncə

Tüm ahlaki değerler onlara, kendileri için değil, başkalan için yaşamalan gerektiğini söyler; var olan tüm duygusallık bi­çimleri, bunun doğaları gereği olduğunu hatırlatır onlara; kendilerini ortaya koymaktan tümüyle vazgeçmeleri, sev­gileri dışında hiçbir şeye kendilerini adamamaları gerekti­ğini vurgular. Sevgilerinden kastedilense, onlara izin veri­len sevgilerdir. Yani ilişkide oldukları erkeklere ve bir er­kekle aralarında kopartılması olanaksız bağlar kuran ço­cuklara karşı beslenen sevgilerdir bunlar. İki şeyi birarada gözönünde bulundurursak: İlkin, karşı cinslerin birbi­rine olan doğal çekimini, ikinci olarak kadının sahip oldu­ğu her ayncalık ya da zevkin, kocasının ona bir armağanı ya da tümüyle erkeğin iradesinin ürünü olduğunu ve ni­hayet, insan çabasının hedefi olan saygınlık ile tüm öteki toplumsal hırsları kadının ancak kocası aracılığıyla tat­min edebileceği gerçeğini hatırda tutarsak, bir kadın için gerek eğitimin gerek karakter oluşumunun nihai amacını, erkeklere cazip görünmekten başka herhangi bir şeyin oluşturması ancak bir mucize olurdu. Ve erkekler kadın­ların düşüncesi üzerinde böylesi bir egemenlik kurduktan sonra, bir de kendilerini, kadınları denetimleri altında tut­ma içgüdüsünün yarattığı bencilliğe kaptırarak, onları, sanki bir cinsel çekiciliğin zorunlu bir parçasıymış gibi, bi­reysel iradelerinden vazgeçmeye, teslimiyetçiliğe ve zaafa sürüklemekteler.
Eğer yalnız erkeklerden ya da yalnız kadınlar­ dan oluşan yahut da iki cinsli ama kadınların erkeklerin denetiminde olmadığı bir toplum varolmuş olsaydı, her bi­rinin doğasında bulunan ayrı zihinsel ve ahlaki özellikleri bilmek mümkün olabilirdi. Bugün kadın doğası dediğimiz şeyse, tümüyle yapay bir şey, bazı yönleriyle zorla uygula­nan baskının, bazı yönleriyle de hiç de doğal olmayan özendirmelerin bir sonucudur.
Reklam
Kadınların ise, doğadan getirilen kimi yetenekleri, içinde yaşatıldıkları seranın sıcak atmosferin­ de yoğun bakım ve sulama sonucu efendilerinin çıkarları­na ve keyfine uygun olarak fevkalade bir gelişim gösterir, gelişir, olgunluğa erişirken, aynı kökten gelen başka dal­lar, soğuk kış havasında dışarıda bırakıldıkları hatta özel olarak buza sarıldıkları için gelişmelerini sürdüremez; ba­zıları da ateşte yanıp kül olur. Kendi eserlerini tanıyamayan erkekler de ki - bu onların analitik bir kafa yapısına sahip olmadıklarını gösterir - ağacın kendiliğinden, doğası gereği böyle büyüdüğünü sanmakta ve tembelce yarısı bu­har banyosunda yarısı karda bırakılmaz ise öleceğine inanmaktadırlar...
Con Stüart Millin "Avtobioqrafiyasını" oxuyanda mənim ilkin səbəblə bağlı inanclarım büsbütün alt-üst oldu. Millin bu əsərində belə bir yer vardır: "Atam mənə: "Məni kimi yaratmışdır?" sualının cavabının olmadığını dedi. Onun deməsinə görə, bu suala cavab verdikdə, bunun ardınca: "Onda Tanrını kim yaratmışdır?" sualı yarana bilər". Mən bu sözləri oxuyan gündən bəri, ilkin səbəblə bağlı ortaya atılan arqumenti yalan sayıram. Doğrudan da, hər şeyin bir yaranma səbəbi varsa, onda Tanrının da yaranma səbəbi olmalı deyilmi? Birdən ilkin səbəbi olmayan nə isə bir başlanğıc hansısa bir yaradıcı varsa, onda bu "nə isənin" elə təbiət olması daha yaxşı olmazdımı, elə isə burada Tanrının olmasına gərək qalırmı? - elə buna görə də, ilkin səbəblə bağlı arqumentin yalan olduğu göz önündədir.
Sayfa 36
48 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.