Elif Şafak'ın yazdığı sıradışı bir romandır.
Elif Şafak, On Dakika Otuz Sekiz Saniye romanında benzersiz bir kurguyla ilgiyi üzerinde toplamayı başarmıştır. Roman, kadınların konumuna dikkat çekmektedir
Bu romanında, son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarla insan beyninin öldükten bir süre sonra çalışmaya devam ettiği ve bu sürenin 10 dakika 38 saniyeye kadar uzayabildiği bilgisinin peşinden giden Elif Şafak; İstanbul'da yaşayan bir hayat kadını Tekila Leyla'nın ölümünün ardından geçen 10 dakika 38 saniyeye odaklanıyor.
Romanın kahramanı Tekila Leyla’nın on dakika otuz sekiz saniye geçmişi üzerinde şekillenir. Ve geçmişe doğru götürür.
Adı Leyla’ydı. İstanbul’un en eski genelevlerini barındıran o meşum sokakta yer alan gülkurusu renkli evde bilinen adıyla Tekila Leyla. Öyle derdi ona arkadaşları, ahbapları ve müşterileri. Öyle derdi ona beş kadim dostu. Hiç istemezdi Leyla kendisinden geçmiş zaman diliminde söz edilmesini. Ama işte kalbi daha az evvel susmuş, soluk alış verişi ise hepten kesilmişti. Şehrin kenarlarında bir çöp kutusuna bırakılmıştı cansız bedeni. Gene de henüz durmamıştı beyni. Çalışıyordu hâlâ. Tastamam on dakika otuz sekiz saniye boyunca…
Ona kalsa evde oturup, kafasını bir romanın sayfalarına gömerek saatler geçirmeyi tercih ederdi. Kitapları severdi, hem de çok. Kainatla arasındaki bağ kelimelerden geçerdi. Yalnızlıkla da arası iyiydi.
Anneler ölünce hemen cennete gitmezler. Yeryüzünde biraz daha kalıp çocuklarına göz kulak ola bilmek için Tanrıdan özel izin alırlar. Fani ömürlerinde evlatlarıyla aralarında her ne geçmiş olursa olsun.
Merak etti, acaba kendi ustası da yaşlanmakta korkuyor muydu? Sinan gibi çalışkan ve çalışmaya müptela bir adam, faniliğini kabul etmekte zorlanıyor muydu?