İstediğini bulamamıştı, ama kibar bir insan olmaya çalışmanın insanın bütün vaktini alacağını ve görgü kurallarına uygun davranabilmek için evvelden beri buna uygun bir hayat yaşaması gerektiğini öğrenmişti.
Kilisenin idari bölgelerine ayrılmış İngiltere’de bir kasabada doğan bir insan doğal olarak her şeyi mahallesindeki insanlarla ilişkili düşünür (çünkü bu insanların çıkarları pek çok durumda ortaktır) ve kendini “mahallesine” göre tanımlar; evinden sadece birkaç kilometre uzaktaki mahallelisiyle karşılaşınca, kafasındaki dar sokak düşüncesini bir kenara bırakır ve mahallelisini “hemşerim” diye selamlar; eğer başka bir kasabaya seyahat eder ve gittiği yerde onunla karşılaşırsa bu sefer sokak ve kasaba sınırlarını unutur ve ona “memleketlim” der; bu iki insanın yolu yurt dışı gezileri sorasında Fransa’da veya Avrupa’nın herhangi başka bir yerinde kesiştiğinde zihinlerdeki yerellikle sınırlı hafıza genişler ve İngiliz olurlar.
Çılgınlar gibi olay üretip, dertten derde at koşturmak imtihan felâketi...
Bu kadar gürültücü haklının karşısında, sen benimle ol Yarabbi.
Tüm dağılmış yaralar sağılır, sarılır.
Tüm kara bulutlar, rahmet yağmurlarını üstüme yağdırır.
Âlemimde güneşler açar her daim, örtülmez gece ile..
Benzeri olmayan bir neşeyle, şenlendir gönül beytini marifetinle
آمين. 🤲🏻
خ ف ز ي
Yıkıcı güçlerimiz yaşlandıkça artar, başkalarının acımasına neden olacak çok sayıda hikaye biriktirmiş olmamıza rağmen hala onların sempatisini kazanmak için özel bir uğraş veririz.
On sekizin yüzyılın ortasından beri dünyada öylesine çarpıcı ilerlemeler yaşandı ki hayatımız rahatlık, güven, refah ve güç açısından inanılmaz bir seviyeye ulaştı ve bu nedenle de kötümser bir ruh halini benimsememize artık hiç izin verilmediği gibi daha da önemlisi, yalnızca halinden memnun ve sağlıklı bir ruh hali de kabul edilemez oldu.
Bilim gibi seküler düzen de yeni şeyler keşfetmenin gücüne ve önemine inanır. Aynı şeyleri yinelemeyi ceza gerektiren bir eksiklik olarak görür, her gün bizi hiç tükenmeyen bir bilgi akışına maruz bırakır ve böylece de her şeyi unutmamıza teşvik eder.
Spinoza, bulutlarda yaşayan, bir dağın tepesinden kullarına seslenen insan biçimli bir Yüce Varlık kavramıyla ilgilenmedi. Ona göre 'Tanrı', evreni yaratan gücün adı, ilk neden ya da kendi ifadesiyle causa sui, yani 'kendi kendisinin nedeni'ydi.
Pascal, beynimizi kemiren o en kötü, utanç verici düşüncelerin, yalnızca bize özgü olmadığını, insanoğlunun kaçınılmaz ortak gerçeğinin bir parçası olduğunu söyler bize. Endişeli, kıskanç, zalim, sapkın, narsist, her şeyden sıkılan ruh halini yalnızca bizim yaşadığımızla ilgili kapıldığımız korkunun, birden harika bir biçimde temelsiz olduğunu öğrenip, karanlık gerçeklerimizin çevresinde kurulacak arkadaşlıklar için beklenmedik fırsatlarla karşılaşabiliriz.