Aristoteles de hepsinden önce, insanların yaradılıştan eşit olmadıklarını, kimisinin köle, kimisinin de efendi olmak için dünyaya geldiklerini söylemişti.
Modern siyaset felsefesinin en önemi kuramcılarından biri olan Rousseau 18.Yüzyılda yazdığı bu eser ile hâlâ güncelliğini ve evrenselliğini koruyor...
İnsanlığın ilk toplumsallaşması ve ilk siyasal düzenleri kurmasından beri birey-toplum ve devlet arasındaki olgular tartışıla gelmiştir. Rousseau ise "Toplum Sözleşmesi" adlı bu eseri ile bu konuda önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Bireyin ilk toplumsallaştığı aile düzeninden büyük devlet yapılarına kadar olan süreci derleyen Rousseau, bu ilişki bağlamındaki siyaseti gerek doğadan ve gerek medenileşme süreci ile öğrendiğimiz kavramlar üzerinden tartışarak açıklıyor. Politika üzerine yazılmış deneme türündeki bu eser muhakkak okunmaya değer...
Toplum SözleşmesiJean-Jacques Rousseau · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201913,9bin okunma
Toplumsal hoşgörüsüzlükle dinsel hoşgörüsüzlüğü birbirinden ayıranlar bence yanılıyorlar. Bunlar birbirinden ayrılmazlar. İnsan cehennemlik saydığı kimselerle barış halinde yaşayamaz; onları sevmek, onları cezalandıran Tanrı’dan nefret etmek demektir; bunları ya kesin olarak imana getirmek ya da tedirgin etmek gerekir. Bu hoşgörüsüzlüğün kabul edildiği yerde toplumsal bir etki olmaması düşünülemez.
Ayrıca, herkes canının istediği görüşü benimsemekte özgürdür; egemen varlığın bunu bilip öğrenmeye hakkı yoktur: Çünkü öbür dünyada hiçbir yetkisi olmadığı için, uyruklarını orada bekleyen şey onu ilgilendirmez, elverir ki, bu dünyada iyi birer yurttaş olsunlar.
Toplumla ilgisi bakımından hem genel, hem özel olan din, bir de insanın dini ve yurttaşın dini diye de ikiye ayrılabilir. Birincinin tapınağı, sunağı, törenleri yoktur; yüce Tanrı’ya salt içten bir tapınıştır ve yüksek ahlak ödevleriyle sınırlıdır; bu din, İncil’in esinlendiği temiz ve sade din, gerçek tanrıcılık, doğal Tanrı hukuku diyebileceğimiz şeydir. İkincisi ise, bir tek memlekette geçer ve o memlekete tanrılarını, ermişlerini, koruyucu meleklerini sağlar; onun da dogmaları, ayinleri, yasalarla belirtilen dış törenleri vardır; onu kabul eden ulustan başkası onca imansızdır, yabancılar barbardır. Mihrapların ötesinde insanlar için ne hak tanır, ne ödev. İşte, ilk kavimlerin dinleri böyleydi; bu dine de toplumsal ya da pozitif din hukuku diyebiliriz.
Her din onu kabul eden devletin sadece yasalarına bağlı olduğundan, bir ulusa dinini değiştirtmenin yolu onu sadece boyunduruk altına almaktı; bu yeni dinin rahipleri fatihler oluyordu; dinini değiştirme zorunluluğu da yenilenlerin alın yazısı olduğundan, bu konuda söz etmeden önce işe yenmekle başlamak gerekiyordu.
Paganlık döneminde her devletin kendine özgü dini ve tanrıları olduğu halde, nasıl oluyor da din kavgaları yoktu diye soracak olanlara derim ki, her devlet kendine özgü hükümeti ve dini olduğu için tanrılarını yasalarından ayırt etmezdi de ondan. Politik savaş aynı zamanda dinsel savaştı; tanrıların etki alanları ulusların sınırları dışına taşmazdı. Bir ulusun tanrısı, öbür uluslar üzerinde hiçbir hakka sahip değildi.