Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr
Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim.
(Eski bir vakitte sevgili şöyle göz ucuyla bana bir merhaba lûtfetti. O gün bu gündür, o bakışın mestliğiyle başka birinin merhabasını hiç tanımadım.)
Yaban ellere teslim edilmiş nazenin bir dilberin sevgisi yüreklere ne kadar acı verirse, Osmanlı Türkçesini okumayı bilmeyen kişilere satılmış bir el yazması kitap da beni o kadar yandırır.
Felâtun: (hâlâ o mübarek tebessümle) Hanımların zekâvet ve dirayetlerine söz ister mi? Fakat birâder ben bu derslerin içinde bazı şeyler görüyorum da bir mana veremiyorum. Ezcümle şu elifbada, bu pe, çe, je harfleri var mı ya? Biz mektepte iken elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zal, rı, ze, sin, şın diye okuduk. Bunları görmedik. Bunlara ne isim vermeli?
Can (Ziklas): Evet muallim efendi! Felâtun Efendi öyle söyledi. Bizim zihnimiz şaşırdı.
Râkım: Hayır Efendim! Bunda zihin şaşıracak bir şey yok. Felâtun Beyefendi ra’nâ bilirler ama birdenbire zihinlerine gelmedi. Vâkıâ beyim, mektepte biz buyurduğunuz gibi okuduk. Ama bizim okuduğumuz elifba yalnız Arapça içindir. Türkçe için ise ondan fazla birkaç harfe ihtiyacımız vardır. Meselâ “paşa, çavuş, müjde” yazacağımız zaman nasıl yazarız? Elbette bu harflere muhtaç olmaz mıyız?