Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Profil
Ayrıca Resûlu’llâh sallallâhu te‘âlâ aleyhi ve sellemden rivâyet edilir ki “İnne li-külli dâ’in devâ’ün illâ dâ’en vâhiden ve hüve’l-heremü.” Yani cemî‘ marazlara devâ vardır sadece bir maraza devâ olmaz o da yaşlılıktır.
İbn Sina'ya göre, ilkbaharda depresyonlar artar. Eğer hastalık mevcutsa hasta daha da kötüleşir. Kışın sara, kronik baş ağrılarında artış görülür. Yazın krizler artar. Sonbaharda ise kara safranın artışına paralel olarak vücutta genel bir dayanıksızlık, zaaf hali görülür; nöbet şeklindeki hastalıklar artar. Dolayısıyla hekim teşhis ve tedavide mevsimleri ve mevsim farklarını göz önünde bulundurmak zorundadır.
Sayfa 139Kitabı okudu
Reklam
Hayatının son yıllarını Hemedan’da geçiren İbn Sina 57 yaş gibi, bilim adına daha çok şey yapabileceği bir yaşta kölesi tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.
Sayfa 136Kitabı okudu
Aristoteles, “Zorlama ile, saplantı ile ya da bilinçsizce gerçekleşen, istemsizdir!” demişti
İspanyol Egas Moniz (1874-1955), 1935 yılında ilk kez lobotomi uyguladı ve bu nedenle daha sonra Nobel Ödülü’ne layık bulundu. 1936 yılında Amerikalı Psikiyatr Walter Freeman, bir hastayı bayılttıktan sonra, buz kıracağı ile göz çukurundan beynine girdi. Bu nedenle müdahalesi “Icepick Lobotomy” olarak anılacaktı. Buz kıracağını ileri geri hareket ettirerek beyne zarar verdi. Bu müdahaleyi “ruhu merhametle öldürmek” olarak niteliyor ve reklamını yapıyordu.
Birinci Dünya Savaşı sürecinde, o zamana kadar yapılmaya çalışılan iyileştirmeler yok edilmiş oldu. Almanya’nın ruh hastaları için oluşturduğu kurumlarda yaklaşık 140 000 hastanın öldüğü bilinmektedir. Mekanın kalabalıklığı, ısıtmanın yetersizliği ve kötü beslenme, özellikle yaşlı, felçli ve tüberkülozlu hastaların ölümüyle sonuçlanmıştı.
Reklam
Yine, vücutta ateş yükselmesinin ilerleyici felç ve Epilepsi gibi ruh hastalıklarını iyileştirebileceği düşünülerek, hastalara sıtma, tüberküloz etkeni aşılandı.
20. yüzyılın başında ağırlıkla ruh hastalığının bir zehirle meydana geldiği, antidotuyla düzelebileceği düşünülüyordu. Ruh hastalığı diye bir şey yoktu, bazı kişilerin çevrelerine uyumlarında yeteneksizlikleri vardı. Bu nedenle “müzmin”, “şifasız” sözleri kullanılmamalıydı. Tedavi edilebilenlerin oranı artmadığı halde, psikiyatrinin altın çağına girdiği kanısı hakimdi.
Ruh hastalarına, hayvanların cinsel organları ya da bezlerinden hazırladıkları ekstreleri enjekte ettiler. Örneğin koyunların tiroid bezinden elde edilmiş ekstre enjeksiyonları, ateşi yükselten, kilo kaybettiren ve eritrositopeni doğuran, ama sık başvurulan bir tedavi biçimiydi.
1840’da Pennsylvania Ruh Hastalıkları Hastanesi şeflerinden Dr. Thomas Story Kirkbrade (1809-1883) ruh hastalıklarında yeni olguların iyi tedavi edilebildiklerini ileri sürdü. Bu tedavi türlerinden biri, “Darwin-Sandalyesi” denen bir döner koltuktu. Hastalar bu koltuk üzerine oturtulup, dakikada 100 devirle ağızlarından burunlarından kan gelinceye kadar çeviriliyorlardı. Hastalar geri dönüşsüz beyin hasarları, yer ve zaman yönelimini yitirme, geçici hafıza kaybı gibi çeşitli zararlara uğruyorlardı.46 Uzun yıllar bu koltuğun işe yaradığı zannedildi.
Reklam
Öte yandan mastürbasyon ve beyne kan hücumu, deliliğe yol açtığı görüşüyle, hastaların genital bölgeleri bağlanıyor, ya da kaynar suyla haşlanıyordu.
1784’de Viyana’da Kent Hastanesi alanı içinde “Irrenturm [Deliler Kulesi] ” inşa edildi. Beş katlı bu binada, delilerin kapatılacağı her biri 13 metrekare olan 139 hücre vardı.
1676'da ruh hastaları, şok etkisiyle bilinçleri yerine gelsin diye yılan dolu bir çukura atılırlardı. Psikiyatri klinikleri için Batıda hala kullanılan “yılan çukuru” deyimi, o günlerden kalmadır.
16. yy., Avrupa’da ruh hastalarının ele alınışları bakımından önemli bir ilerleme getirmedi. Ruhu şeytan tarafından işgal edilmiş olanların öldürülmeleri emri, ancak 1682 yılında yürürlükten kalktı.
1330’da Londra’da Bethlem Hospital kuruldu. Buraya 1337 yılından itibaren ruh hastaları yatırılmaya başlandı. Depo hastane özelliği taşıyan bu kurumda hastalara bakım koşulları son derece kötüydü. Hastalar, zincirlere vuruluyor, dayak atılıyor, çürümüş gıdalarla besleniyorlardı. Bir başka tedavi biçimi, düzenli kan alınmasıydı. Bu durumdan karlı çıkan, hastanenin yöneticileriydi. Çünkü, sirke gelir gibi “deli”leri görmek için gelen halktan giriş ücreti alınıyordu.
133 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.