Ne zaman önemli tarihi bir kitaba başlasam, trenle Ödemişe gidiyor oluyorum. Tren de kitabımı okurken tarihi olayların arasında kaybolmak. Bu nasıl güzel bir tesadüf. Ama bir önce ki okumamızda
Tanrı Zar Atmaz tesadüfün olmadığını bilimsel olarak kanıtlamıştık. Belki de Ödemişe giderken güzel tarihi kitapların denk gelme sebebi benim hep güzel, önemli tarihi kitaplar okuyor olmamdır. Bu yolculuğum da yan koltukta bir de hüzün var. Çünkü yan koltuğumun sahibi
Berfin kısa süreliğine benden uzakta.
Bir sonraki Ödemiş yolculuğun da onunla birlikte olacağız,inşallah. Belki yine güzel, önemli tarih kitabım da yanımda olur.
Önceleri tren yolunun Anadolu'yu kalkındıracağını ummuştuk. Ne kadar aldanımışız. Tren Anadolu'nun mahsullerini şehirlere getirecek bir milli istihsal muvazenesi yaratacaktı. Öyle olmadı. Tren mahsulü getirecek yerde, Anadolu'nun insanını istanbul'a ve birkaç büyük şehre akın ettirmektedir.
Tren sahnesi bir filmde dahi çarpar bizi. Film hemen bir başkalaşır; bir sihir edinir. İçimizde bir yeri kıpırdatır. Uzaktan çekilmiş: boş vadide dumanları üstünde ilerleyen incecik bir tren. Kara bulutlar. İstasyon da hakeza. Her şeyiyle bir hüzün makinası... Garlar... Gar lokantaları. Tren düdükleri... Adı yeter. "Garibim:/ Ne bir güzel var avutacak gönlümü,/ Bu şehirde/ Ne de bir tanıdık çehre:/ Bir tren sesi duymaya göreyim./ İki gözüm/ İki çeşme." Büyük şairimiz Orhan Veli böyle yazmıştı...