Müsâade ederseniz İsmail Hâmi Dânişmend'den bir iktibas daha yapayım. Merhumun, Târihi Hakikatler isimli eserinin birinci cildinde yer alan bir anekdot şöyle:
"Rahmetli dostum romancı Reşat Nuri Güntekin'in hayâtı maârifte (millî eğitimde) geçmişti. Son zamanlarında da maârif müfettişi idi. Onun için o sâhadaki işleri çok iyi bilirdi. Bir gün bir konuşma sırasında çok tuhaf bir şey anlattı: 'Bey', 'Efendi', 'Paşa', 'Ağa' vesâire gibi lâkapların kaldırılmasına ait kanun çıktıktan bir müddet sonra bâzı târih öğretmenlerinin derslerinde, bu kânûnu geçmiş zamanlara bile teşmil ettikleri Millî Eğitim'e aksetmiş! Bu devrimci öğretmenler sınıflarında derslerini verirlerken Fâtih Sultan Mehmet yerine 'Bay Fâtih', Yavuz Sultan Selim yerine 'Bay Yavuz' yâhut 'Bay Selim', Kânûnî Sultan Süleyman yerine Bay Kânûnî, yâhut 'Bay Süleyman' ve Hürrem Sultan yerine de Bayan Hürrem' derlermiş. Hatta bu lâkap devrimini pâdişahlara olduğu gibi devlet adamlarına da uygularlarmış. Meselâ Sokullu Mehmet Paşa yüz yıllarca sonra ad değiştirip Bay Sokullu', Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 'Bay Kara Mustafa', Ali Paşa 'Bay Ali' ve Keçecizâde Fuat Paşa Bay Keçeci Fuat olmuş! Nihâyet iş Millî Eğitim'e aksetmiş, baylık kanununun kendisinden önceyle ilgili olmadığı bildirilmiş!.."
"Bay" ve "bayan"ın tuhaf ve gülünç hikâyesi işte böyle...
Anlatabildim mi bayım?...
Sayfa 39 - KUBBEALTI / Bay Kânûnî Sultan Süleyman ve Bayan Hürrem SultanKitabı okudu
Mehmet Akif Ersoy'un Çanakkale şehitlerini tasvir eden o şâheser şiirinde şöyle iki mısrâ da yer alıyor:
Hercümerç ettiğin edvâra da yetmez o kitâb
Seni ancak ebediyetler eder istiâb
Birinci mısrâda geçen "Edvar" kelimesinin ne anlama geldiğini sokaktan geçen beş kişiye rast gele sorsak, acaba doğru cevap verebilirler mi? Hiç
Büyük târihçimiz İbnülemin Mahmud Kemal Bey, meşhur kitâbiyyat bilgini Fındıklılı İsmet Efendi'nin hayat hikâyesini, nev'i şahsına münhasır üslûbuyla anlatırken, bir yerde sözü merhumun boğazına olan düşkünlüğüne getiriyor; "Hazret önce mîdesini imlâ eder, sonra da vâveylâ ederdi!" diyor. Bilindiği gibi, imlâ doldurma, doldurulma
Eskilerin Türkçe ve dil konusunda ne kadar hassas olduklarını gösteren can alıcı bir anekdota ise Sâmiha Ayverdi'nin "Çeşnicibaşı" adıyla kaleme aldığı makalesinde rastladım. Temmuz 1975 târihli Kubbealtı Akademi Mecmuasi"nin 3. sayısında neşredilen bu yazıda, Cenap Şahabeddin'in kardeşi Ali Nusret Bey'den bahsediliyor, onun hasta yatağındayken bile bir telâffuz hatâsını nasıl düzelttiği dile getiriliyor. Özeti şöyle:
Sâmiha Hanım'ın babası, hastalığı günden güne artan Ali Nusret Bey'i Drağman'daki evinde ziyaret ediyor. Bu yoklamalardan dönüp eve geldiği zamanlar, âdeta sesinden kovamadığı, üstelik kendisine hiç yakışmayan bir hüzünle annesine, "Bugün, geçenki görüşümden daha kötü," diyordu. Yine bir ziyâret dönüşü, mûtad şifâhî raporunu verirken, "Hanım diyor. Bugün ne oldu biliyor musun? Hastanın annesi: 'Hakkı Bey oğlum, Nusret yatalı haybahâsıl kaldık', deyince Nusret âdeta öfke ile başını yastıktan kaldırıyor: Anne, anne... Haybahâsıl değil, 'hâib ü hâsir, hâib ü hâsir' diye annesinin yanlışını düzeltiyor. (Hatâlı konuşan annesi bile olsa, ağır hasta olduğunu dahi nazar-ı îtibâra almadan, hatâyı affetmeyip ânında düzeltiyor. Sâmiha Ayverdi'nin ifâdesiyle, işte tebcil edilmesi gereken mukaddes öfke!...
Sayfa 187 - KUBBEALTI / Ali Nusret Bey'in Mukaddes ÖfkesiKitabı okudu
MENDİL
Has bahçeye gidelim
Kavun karpuz yiyelim
Kızlar ile yiyelim
Elimde gümüş bıçak
Elimi kestim,ne diyeyim ?
Mendil getir sileyim
Mendil Halep yolunda
Bit pazarı bir pazar
İçinde ayı gezer
Ayı beni korkuttu
Kulağını sarkıttı
Elma verdim yemedi
Sakız verdim çiğnedi
Harp hurp kırmızı turp