Bir anımı anlatayım bir gün arkadaşlarla yürüyorduk ama kış günü ve çok soğuk hava herkes elini cebine koymuştu konuşuyordu ben onun özlemi ile yanıyordum ama ellerinin donmasına rağmen ellerimi cebime koymadım arkadaşlarım çok ısrar etti ellerin cebine koy diye ama hayır dedim nedenini sorduklarında şey dedim
Bir gün gelecek sadece sen ellerimi tutacaksın sadece sen ellerimi ısıtacaksın gözyaşlarımı silecek benimle ağlayıp benimle güleceksin o gün geldiğinde sevgilim ikimiz de kendimizi feda edeceğiz değil mi...
Yaşar Kemal kendisine, büyük ün getiren, “İnce Memed 1” romanını, 1947 yılında yazmaya başlar, fakat yarım bırakır. 1953-54 te tamamlar. “ İnce Memet 1 “, aynı zamanda Yaşar Kemal’in ilk romanıdır.
Roman ilk kez Cumhuriyet Gazetesinde tefrika edilir. 1955 te iki cilt halinde, kitap olarak basılır.
Yaşar Kemal, toplam dört ciltten oluşan, “İnce
Toprak AnaAytmatov'un okuduğum üçüncü kitabı daha aylar önce okuduğum Gün Olur Asra Bedel kitabının etkisinden çıkamamışken Toprak Ana iliklerime çok derin işledi
Nerdeyse her sayfada sen ne muazzam bir yazarsın diyerek geçti kitap. Böyle kısa bir kitaba bu kadar yoğun duyguyu, gerçekliği, hissiyatı ancak muazzam bir yazar verebilir zaten.
Köy yaşamını anlatan ilk Türk klasiği olan kitap,Karabibik adındaki yoksul köylünün yaşam mücadelesini konu edinir. Çalışmayı sevmeyen otuzlarında bir kızı, kısıtlı imkanlarla işlediği tarlası,sağlık sorunları ve tarlasını işlemek için borç harç almaya çalıştığı iki öküzden bahsedilir.
Sevda hikayesinde ise pencereden gördüğü komşu kızı Nazmiye'yi ilk başlarda geceler boyu düşünüp hayallerini kuran,onun için yanıp tutuşan,özlemini çeken bir iki buluşmadan sonra bu özlemi sönen,sevdanın boş bir kuruntu olduğunu söyleyen Fettah anlatılır.
Her iki hikayede de anlatım basit, olaylar arası geçişler çok hızlı fikrimce.
"KARMA"
"Geçmiş bir kalemde silinip atılacak bir şey değildir zira sen kaçtıkça o bir gölge misali hep peşinde olacak. Geçmişinle yaşa demiyorum elbet lakin ondan kaçmayı bırak artık ve unutmak için çabalamayı da. Artık geçmişinle yüzleşip onu olduğu gibi kabul et ve bu kavgaya bir son ver."
Yazarımızın ilk kitabı ve bu
Bir çok ödülü olan 45 yaşındaki yazarımız Roma’da yaşıyor.
Hitler’in yaşayan son çeşnicisi ile röportaj yapmak isteyip onun yeni öldüğünü öğreniyor ve gerçeklerin ışığında bu kitabı yazmaya karar veriyor.
Kitap, Nazi Dönemi’nde “Yahudi olMayan” Rosa’nın, en az bir Yahudi kadar çektiği dertleri anlatıyor.
Sadece Yahudileri değil, hayran olduğu
Kazım abinin öldüğü yaşta bu kitabı okudum. 33 yaşına kadar ne kadar çok kalbe dokunmuş, bir coğrafyanın hikayesini kendi diliyle ne de güzel anlatmış. Genç sanatçılara yol gösterdi, özgün ve farklı bir şekilde sanatını icra etti. En çok merak ettiğim şu; bugün yaşasaydı acaba kendisini nerede konumlandırırdı? Karadeniz son 20 yıldır politikacıları, işadamları ve mafyalarıyla gündemde.
Halbuki 80 darbesi öncesi öyle miydi? Köy enstitülerinden yetişmiş öğretmenleri, iyi örgütlenmiş halkı, Trabzonspor devrimiyle Karadeniz iktidarlara karşı bir direnç gösteriyordu. Kazım abi öldükten sonra Türkiye'nin çehresi çok değişti. Karadeniz'in direnci kalmadı. Tamamen iktidara eklemlendi. Karadeniz'in doğası katledildi, aşırı zenginleşen inşaatçıları, iktidarın maşalığını yapan mafyaları ve Karadeniz insanını iktidara bağımlı kılan politikacıları Karadeniz'in yüzü oldu maalesef.
Bugün hâlâ O'nun şarkılarını dinlediğimizde mutlu oluyoruz, ağlıyoruz, çocukluğumuza duyduğumuz özlemi gideriyoruz, isyanımızı serbest bırakıyoruz. Kitabı okurken çoğu yerde gözlerim yaşardı. Uğur Biryol'un da dediği gibi:
"Denizde kararti var bu gelen kayik midur?
Ben özledum Kazım'i ağlasam ayip midur?"