Okuduğunuz zaman "Aaa, ben de hayvan çiftliğinde yaşıyor muşum da haberim yokmuş!" aydınlatması yaşatan, okunulanların çok kolay zihinde betimlendiği bir kitap, birazcık huzur kaçırıcı :)
Hayvan ÇiftliğiGeorge Orwell · Can Yayınları · 2020245,5bin okunma
Bütün üzüntülerimiz, kırgınlıklarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır. Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?
"Dostum, Devlet-i Aliyye Müslümandır. Buraya gelen ecnebilerin adet ve giyimi bizi ilgilendirmez. Biz dost devletlerin tebaasını misafir olarak görürüz, ister başlarına kokartlar takarlar, isterse üzüm küfesi geçirirler, bizim derdimiz değildir."
Okuryazar adam her yerde her zaman vardır, ama o adam konumunun bilincine varıp çevresi ve dünyayla hesaplaşmaya başladığı ve böyle bir hesaplaşma görevini üstlendiği zaman, modern aydın doğmuş demektir.
Sinan'ın sanatını besleyen kaynak ne tek başına Anadolu ne Rumeli ne de Arabistan'dır. Osmanlı mimarisinde bir ulusal deha ve nitelik aramak anlamsızdır. Nasıl Osmanlı tarihi üç kıtadaki halkların yazgılarıyla örülen bir duvara benzerse, Osmanlı mimarisi de bu tarihin zaman ve mekandaki birlikteliğinin yansımasıdır.
Bizim toplumumuzun insanları çocuklara okul açıp hoca tayin etmekle, çocuk eğitimi sorununun çözüleceğine öteden beri inanagelmiştir. Ama ailede çocukla uğraşmak, babanın çocuğuna birşeyler anlatması, gezdirip göstermesi gibi bir gelenek yoktur.
Sinan Ağa baş mimar olduğunda Osmanlı İmparatorluğu Balkan devleti olmak yanında bir Ortadoğu imparatorluğuna dönüşmüştü. Tarihin akışı içinde Balkan kültürünü benimseyen Osmanlı toplumu, 16. yüzyılda bilinçli olarak Ortadoğu-İslam kültürünü özümseme sürecine girmişti. Geçmiş iki asrın tersine, bu çağda Osmanlı tarih yazıcılığına, şiirine, nasihatnameler gibi siyaset edebiyatına, arazi ve maliye konularına, siyasal ve felsefi düşüncede Ortaçağ-İslam edebiyatına karşı yoğun bir ilgi vardı. Arapça ve Farsçaya düşkünlük artmış, yazı dili üslup ve sözcük yönünden değişikliğe uğramıştı. İlk devirlerin kozmopolit hayat tarzı, hatta Fatih döneminde görülen Rönesans kültürüne yaklaşma eğilimi, 16. yüzyılda saray ve ilmiye çevrelerinde yerini koyu bir ortodoks-sünni dünya görüşüne bırakmaktaydı.
Kitap iki öyküden meydana geliyor.
İlk öyküde diğer insanlardan farklı bir şekilde dünyaya gelip, gelişimi de farklı bir şekilde devam eden Benjamin Button'ın ailesiyle ve sosyal çevresiyle yaşadığı problemler okuyucuya iletiliyor. Benjamin Button olayların neden böyle geliştiğinden ve onu nelerin beklediğinden habersiz.
İkinci öyküde ise yaşadığı şehirden ve insanlardan uzaklaşıp, farklı bir iklimde yeni bir sayfa açmak isteyen bir hanımefendinin hikayesini görüyoruz. Yine bu hanımefendinin de yeni tanıştığı bu şehir ve insanlarla yaşadığı uyum problemleri, eski şehrine ve arkadaşlarına başlayan özlemi konu ediniyor. Belki de bu fikir başından beri bir hataydı. Neyse ki sonu güzel bitiyor :) İyi okumalar dilerim...