Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Büşra Işık

“Her şeyi icat etmiş olan Shakespeare, Hamlet’ten, lago ve Edmund yoluyla Macbeth’e giden akımda Batı nihilizmini yaratmıştır.
Reklam
Olaylara şükürcü bir görüşle yaklaşacak olursak, bilginin toplumsal dağılımı (herkes her şeyi bilmez ama başkalarının yeteneğinden yararlanır) ekonomistlerin kusursuz işleyen pazarlanndaki mallann değişimi gibi tarafsız ve yararlı sonuçlar verir; ha­kikatin öğrenilmesinden daha masum, daha çıkar gütmeyen ne var? Hakikatin öğrenilmesi kaba iliş­kilerin tersidir. Elbette ki her yetenek aynı değildir; Platon bu kez Yasalar'ın IV. Kitabında efendisinin kendine öğrettiği yöntemleri anlamadan uygulayan, doktorun kölesinin sıradan bilgisiyle, bu yöntemle­rin nedenini bilen ve özgür bir öğrenim görmüş ol­duğu için "doğası gereği bilen" bir özgür insan olan doktorun hakiki yeteneğini kıyaslar.
Sayfa 188Kitabı okudu
Platon, Yasalar'ın VII. Kitabında kadınların askerlik mesleğinde yetenekli olduklarına inanmak için iki nedeni olduğunu söylerken rahatsız bir ruh halini ele verir: "Bir yandan anlatılan bir mite, Ama­ zonlar mitine inanıyorum," "öte yandan, günümüz­ de" Sarmatlar kabilesinin kadınlarının ok attıklarını "biliyorum." Bu, şu anlama geliyor: Psikolojik ayrın­ tılar önemli şeylerdir ve yaratıcı düş gücü de önemli başka bir şeydir: Platon mitleri suçluluk duygusuna karşın, daha doğrusu suçluluk duygusu yüzünden abartmıyor ancak onların hakikatinin kuşku götür­ meyecek özünü araştırıyor çünkü kendisiyle birlikte tüm çağdaşlarının tutsağı oldukları program böyle. Demek ki yalnızca bilmeye hakkımız olan şeyi biliyoruz (ya da şeye inanıyoruz, aynı şey): Çünkü zeka, kendini genellikle yetenek bakımından üstün olarak kabul eden bu çatışmalı ilişkinin tutsağı olarak kalır. İşte birçok önemli kişinin durumu bundan kaynaklanmaktadır. Biz daha önce, düşüncelerin bölümlere aynldığınz bilmenin önemli olduğunu ve bunun da her bilincin parçalanmasına yol açtığını gördük; bulgusal yöntem gibi bir itaatsizlik geliş­tirmedikçe, birçoğunun inandığı şey bir sözle red­ dedilmez, böyle olunca bu inançlar düşüncede de reddedilmez: Çünkü buna birazcık da kendimiz ina­nıyoruz.
Sayfa 186Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sartre, düşselliğin gerçekliğin bir analojisi [ana­ logon] olduğunu söylerdi; düşselliğin bizim bazı ha­ kikatlere verdiğimiz ad olduğu ve tüm hakikatlerin kendi aralarında benzeşik oldukları söylenebilir. Bu farklı hakikat evrenleri ruhun değişmezleri değil, tarihin konularıdır.
Sayfa 180Kitabı okudu
Yunanlılar için mitsel bir gelenek, olağanüstü­ lüğüne karşın hakikidir. Origenes bunu çok iyi dile getirmektedir: Otantik olduklarında bile tarihsel olaylar bir kanıtlama konusu oluşturmazlar. Örne­ğin eğer birisi, öyküleri, Akhilelus'un bir tanrıçanın oğlu olması, Aineias'ın Aphrodite'nin oğlu, Sar­pedon'un Zeus'un oğlu olması gibi hakikate aykırı şeyler içerdiği için reddetseydi, Troya Savaşı'nın gerçekten yaşanmış olduğunu kanıtlamak olanaksız olurdu. Kanıtlama, "Troya'da gerçekten bir savaşın yaşanmış olduğu yönündeki evrensel inanışa için­den çıkılmaz bir biçimde karışan tüm mitsel kurma­ calardan" rahatsız olduğumuz kadar sıkıntılı olurdu. "Yine varsayalım ki herhangi birisi bu öyküye yarı insan Sphinks karıştığı için, "Oidipus'a, İokaste'ye, Eteokles'e ve Polyneikes'e inanmayı reddetsin. Bu durumda kanıtlama bir kez daha olanaksız olurdu. Bu öykü haknda ne söyleniyorsa, öyküsü hiçbir hayali öğe içermemesine karşın, Epigonlar hakkın­ da, Heraklesoğulları'nın dönüşü ve bunun gibi bin­lerce başka öykü hakkında da aynı şeyler söylene­cektir," diye devam eder Origenes.
Sayfa 124Kitabı okudu
Reklam
Yunanlılar ise, yalanlar arasında bir hakikat arı­ yorlardı; hatanın kime ait olduğunu merak ediyor­ lardı; onlara göre, hatanın nedeni saflık, naiflik ve euetheia'dır, çünkü benimsenen sözcük böyleydi. "Tarihsel temelde yanlışlıklarla karışmış şeylere" saflık yüzünden inanılıyordu ve mitle karışmış bu yanlışlıklara mythôdes6 deniliyordu. Yalanların asıl sorumlusu saflıktı; yeryüzünde daha az saf olsaydı, masalcı da daha az olurdu. Antiqua credulitas mit­ lerin büyük çoğunluğunun eski dönemlere kadar uzandığını göstermektedir.
Sayfa 123Kitabı okudu
Sonuç olarak, her şey tarihten ibaret olsaydı ve yer­ yüzündeki devrimler kadar da farklı çokgenler olsaydı, beşeri bilimlerin bugün hala söz ettikleri şey ne olurdu? Bu bilimler bize Yunan miti konusunda tarihin öğretemeyeceği bilgiler sunabilir miydi?
Bu anlayış Platon'un zor bir cümlesinin, Yasalar, 677 C, anahtannı içinde taşır; Pla­ ton'a göre; eğer insanlığın büyük bir kısmı periyodik olarak tilin kültürel kazanımlanyla birlikte yok olmasaydı, (geçmişte yapılanlann yeniden keşfedilmesinden başka bir şey olmayan) keşifler için yer kalmazdı.
Düzen ve sükûnet şimdi de ulaşılması çok güç kavramlar ve bu pasaj hâlâ önemini korumaya devam ediyor. "Deneyim Üstüne" sonuna ulaşırken, bilgelik ironi ile yarışır. Sokrates, sevimli bir gözlemin ardından tekrar on numara bir övgüyle anılır: "Sokrates'in yaşlı halinde dans ve çalgı dersleri için zaman bulması ve bu zamanı iyi değerlendirilmiş bir zaman olarak düşünmesi gerçeğinden daha dikkat çekici bir şey yoktur." Hayatının son döneminde Montaigne, Sokrates'i taklit eder ve düsturu şudur: "Sahip olduğum hayat azaldıkça, onu daha dolu ve daha derin yaşamam gerekir."
Doğal kuşkuculuk doğal bilgiye yol verir ve bu da onu bilinebilenin sınırlarına ve Sokrates'e geri getirir: "İnsanın cehaletini iddia edişim kendi deneyimimdendir. İnsanın cehaleti, bence dünyanın okulunda en kesin gerçektir. Benim ya da kendilerinin cahilliği örneğinden kendi cahilliklerine karar veremeyenler, ustaların ustası Sokrates yoluyla anlasınlar bunu." Cehaletin ötesine geçen şey Freud'un, egonun daima bedensel bir ego olduğu anlayışıdır. Montaigne bu gerçeği daha sanatsal bir şekilde ifade eder: Burada bütün karaladıklarını benim hayatımın denemelerinin kayıtlarından başka bir şey değildir ve ruhsal sağlık açısından bu dediklerimin tersini yaparsanız bir önemi olabilir. Ama iş bedensel sağlığa gelince, kimse benden daha lüzümlu deneyimlerveremez. Ben, bu deneyimleri sanat ya da teori ile bozulmamış, değiştirilmemiş, en saf halleriyle sunarım. Mantığın hüküm sürdüğü tıp konusunda, deneyim gerçekten de berbat bir durumdadır. Mantık muhtemelen "varlığı" ilgilendirir ve Montaigne'in israr ettiği gibi, o varlığı resmetmez; yolculuğu resmeder ve bedensel sağlığımız sadece yolculuğun bir hikâyesidir. Deneyim yolculuktur; bu Shakespeare ve Molière'den Proust ve Beckett'a, Montaigne'den sonraki bütün edebiyatın felsefesi olacaktır. Montaigne kendi varlığını temsil etmek için yola çıktı ama benliğin bir yolculuk, bir geçiş, bir geçit olduğu hakikatini ortaya çıkardı. Eğer benlik bir hareket hali ise, benliğin tarihçisi her zaman "ne demek istediğini" hatırlayamaz. Bilgelik bilgi değildir çünkü kendi içinde yanıltıcı olan bilgi "ne demek istediği" kategorisine girer.
Reklam
Montaigne neredeyse hiç bir zaman günümüzdeki olumsuz anlamıyla çekingen biri olmamıştır. Montaigne 850 uzun sayfa boyunca kendinden söz eder ve biz daha çoğunu isteriz çünkü o, düşünme ve okuma fırsatı, isteği, yeteneği olan herkesi temsil eder. Bu onun yeteneğiydi, karizmasıydı ve bunu açıklamak çok zordur. Bunu çok iyi bir şekilde görmüş olan Emerson ve Montaigne araştırmacıları da açıklayamadılar. Benim bildiğim en iyi ipucu, Montaigne'in daima aklında olan Platon'un Sokrates'idir. İsveçli tarihçi Herbert Lüthy, Montaigne'in tamamının onun cümlelerinin en sıradan olanlarından birinde olduğunu düşündü: "Kedimle oynarken benim onunla eğlendiğimden çok onun benle eğlenip eğlenmediğini kim bilebilir?" Bu perspektivizmden bir adım ile risidir, hatta daha iyisi, oyuncu bir adımdır ve Sokratiktir. Ancak Platon'un Sokrates'i bir dualisttir, beden yerine ruhu yüceltir. Montaigne ise bir monisttir, ruhu tatmin etmek için bedenin zedelenmesini reddeder. Sokrates bile yeterli bir ipucu değildir; Montaigne kendi hakkındaki hakikati görmesi ve yazması için bu berraklığı nereden almıştır? Okuyucuların çoğu Montaigne'in en iyi denemesinin kitabının sonuna yerleştirdiği "Deneyim Üstüne" adlı denemesi olduğu konusunda aynı fikirdedirler.
Erkek şovenizminde Freud'u kat kat geçen Montaigne'i feministler affedecek gibi görünmüyor; Freud kadınları çözülmez bir gizem olarak ilan etmişti fakat Montaigne için ortada bir gizem yoktu. İnsana değer verdiği anlamda kadınlar tam da insan değildi; o kadınları tamamen doğa ile özdeşleştirmişti. Ama yine de kendi dönemi için bile kimin suçlu olduğunu bilmemesi imkânsızdı, bunun için fazlaca bilgeydi. Bu onun yüksek derecede cinsellikle dolu denemesi "Vergilius'un Bazı Şiirleri Üstüne"de üstü kapalı olarak vardığı bir sonuçtu: Ben erkeklerle kadınların aynı kalıptan olduğunu söylüyorun eğitim ve adetler dışında, fark çok da büyük değildir. Platon, devletine her iki cinsi de ayrım yapmadan bütün çalışmalara, alıştırmalara, görevlere, savaşla ve barışla ilgili işlere çağırır. Filozof Antisthenes de onların erdemi ile bizimki arasındaki farkı ortadan kaldırmıştır. Bir cinsi suçlamak onu mazur görmekten çok daha kolaydır. Eski deyişte olduğu gibi: Tencere dibin kara, seninki benden kara.
"Ağrının sebebi, hiç şüphesiz, sana uzun bir sopayla vurmuş olmaları," dedi Don Quijote. "Uzun olduğu için, bu ağrıyan yerlerin hepsini içine alan sırtının tamamına isabet etti; daha fazla yerine isabet etseydi, ağrıların daha fazla olurdu." "Tanrı hakkı için," dedi Sancho, "zat-ı âliniz beni müthiş bir şüpheden kurtardınız, çok da güzel kelimelerle ifade ettiniz! Yüce Tanrım! Ağrılarımın sebebi o kadar gizli miydi ki, sopanın isabet ettiği yerlerin ağrıdığını söylemek gereksin?""
Sayfa 620Kitabı okudu
Neden takıntılı bir Platon sorunum var? Çoğu kişi seleflerini aşmak ister; Platon tüm haleflerini aşmayı başarmıştır.
Yirmi beş yüzyılda, Platon'a denk bizi onun mirasından koruyacak bir parlaklığa, derinliğe zarafete, İnce zekâya ve hayal gücüne sahip tek bir insan ortaya çıkmadı.
158 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.