"Dikkat!"
"İyiler anılmadıkça, kötüler ve kötülükler örnek olarak ortalığı doldurmaktadır. Hareketsizlik, suça iştiraktir."
Sayfa 228 - Şule Yayınları | dipnotKitabı okudu
"Hasan Ali Yücel (1897-1961), yazar, şair, öğretmen, Milli Eğitim'de muhtelif vazifelerden sonra Orta Öğrenim Genel Müdürü (1933-35), milletvekili, Milli Eğitim Bakanı (1938-1946). Edebî eserlerı ve ders kitapları var. Devrimlerle, dinden soyulan gençliği, solcu ve din karşıtı hâle getirmek için gayesinden saptırılan Köy Enstitüleri'nin (17 Nisan 1940) başındaki Hakkı Tonguç'a devamlı destek olarak, kültür hayatımızda kötü tesirleri halen devam eden, dine tamamen karşı bir öğretmenler neslinin yetişmesine sebep olmuş. Milli Eğitim teşkilatındaki komünistleri koruduğu için yazar Nihal Atsız'ın açık mektuplarıyla tenkide uğramıştır. Bunun üzerine meşhur "1944 Tabutluk Hadisesi" zulmü ile Türkçü fikir adamları işkenceye alınmışlardır. Halen, Köy Enstitüsü mahsûlü, solcu ve din karşıtı yazarlar tarafından "özlemle" anılır."
Sayfa 209 - Şule Yayınları | dipnotKitabı okudu
Reklam
"Zavallı şairimiz, büyüğümüz, merhum Akif Bey, on bir sene sonra ölmeye geldiği vatanından, yeniden sürülüp atılmamak için idare-i kelām ediyor, "şerrine lanet" deyip aşağıdan alıyor. Son günlerinde huzuru bozulmasın diye işi geçiştirmeye, karşısındaki zalimi kızdırıp azdırmamaya çalışıyor... Yazık, binlerce teessüf ve telehhüf! "Yuf hârına dehrin, gül ü gülzârına hem yuf - Ağyarına yuf, yar-ı cefakârına hem yuf!" (Yâr-ı cefakar'lara, yüz binlerce YUF!)
Sayfa 200 - Şule Yayınları | dipnotKitabı okudu
"...Müezzinler, Saray'ın her zamanki müdavimleri değildi, -bazı ne oldum delisi sersemlerin dışında- cebren toplanıp getirilmişlerdi. İlham ve irşadla değil, titreye titreye, emirler, azarlar altında ve içki sofralarında, Türkçe okumaya mecbur olmuşlardı. O sırada camie gidenler asıl cemaat değil, abdestsiz devrim militanları veya meraklı züppelerdi. Hiçbir cami Türkçe ezan ve Kur'ân için müslümanlarla dolmamıştı. Cemaat çoğu yerde imamı mihrapta yalnız bırakıp dışarı çıkmıştı. Kimse kendiliğinden isteyerek Türkçe ezanı öğrenip okumamıştı. Aslını okuyanlara hapis (ve dayak) cezası vardı..."
Sayfa 181 - Şule YayınlarıKitabı okudu
"Mehmed Âkif Bey, Safahat'ın altıncı kitabı "Asım"ın bir yerinde, medreselerin artık büyük âlimler yetiştiremediğinden şikâyet eder: Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü. Hadi göster bakayım şimdi de İbnü'r-Rüşdü? İbni Sinâ niye yok? Nerde Gazali görelim? Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim?" (...) Akif Bey, günün ilimleri ile Kur'ân'ı hakkıyla anlayacak, "usûl" ilmiyle ondan hüküm çıkaracak bir âlimi, kendi zamanında bilmediğini söylemektedir:* Koca ilmiyyeyi aktar da, bul üç tâne fakîh: Zevk-i fıkhîsı bütün, fikri açık, rûhu nezîh? Sayısız hâdise var ortada tatbîk edecek; Hani bir tâne "usûl" âlimi, yâhû, bir tek?
Sayfa 155 - Şule YayınlarıKitabı okudu
"Eşref Edib Bey Mehmed Akif'in son yıllarında Kur'ân'la nasıl meşgul olduğunu şöyle anlatıyor: "Üstad'ın son seneleri hep Kur'ân tercümesiyle geçtiği için, artık Kur'ân onun bütün kalbini, bütün rühunu, bütün mevcûdiyetini kaplamıştı. Kudret-i bedeniyesi müsaid olduğu zamana kadar her gün mutlaka bir parça Kur'ân okurdu. Evvelce günde birkaç cüz okuyabilirken sonraları takatsizliği hasebiyle birkaç sahifeye kadar indi. Hiç okuyamayacak kadar hastalanınca, Hafız Necâti onu Kur'ân'sız bırakmadı. Hemen her gün onun başı ucunda, sâkin ve sessız odasında, hazin hazin okudu. O da gözleri kapalı, hazin hazin dinledi."
Sayfa 143 - Şule YayınlarıKitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.