"Bazen onu sevdiğime ve sonsuza dek seveceğime ikna etmeye çalışmaktan çok yoruluyorum. Bir avukat gibi sözlerimin üzerine atılıyor ve onları çarpıtıyor. Aşkımız bitecek olursa çevresini saracak o çölden korkuyor biliyorum ama benim de tıpatıp aynı şeyi hissettiğimi anlayamıyor. "
"Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Develer çölde üç hafta aç susuz yemeden içmeden yol alabilirler. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparıp çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan tadı ile dikenin tadı devenin çok hoşuna gider. Yedikçe kanar, kanadıkça yer. Eğer engel olunmazsa deve kan kaybından ölür. Bunun adı haresedir. Bütün Ortadoğu’nun adeti budur oğlum. Tarih boyunca birbirlerini öldürür ama kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kan tadından sarhoş olur.”
"Ben ona hislerimi anlatamayacağımı hissettim, sustum. Fakat kalbimde bir şey yıkılmıştı. Ben yalnız kalbimde ağladım. Hayatın meğer pek siyah, pek yaman, pek korkunç bir siması varmış."
"Çok hastayım da ondan böyle oluyor." diye düşündü. "Kendi kendimi yiyip bitiriyorum, acı çektiriyorum kendime. Üstelik ne yaptığımın da farkında değilim... Dün de, önceki gün de, ondan önce de hep kendi kendime işkence ettim. İyileşeceğim…ve artık kendime acı çektirmeyeceğim.…Ama ya bir de iyileşemezsem? Tanrım! Bütün bunlardan öylesine bıktım ki!..”