Dünyanın en önemli klasik müzik sanatçılarından biri olan Chopin (Şopen),
2 Kasım 1830 akşamı Polonya’dan ayrılmak zorunda kaldıktan kısacık yaşamının sonuna kadar memleket hasreti ile yanıp tutuştu.
Doğduğu köyle vedalaştığında köylülerin ona gümüş kupa içinde verdiği bir avuç toprağı ve yurdunu unutmamasını istemelerini hiç aklından çıkarmayıp, kendisine verilen bu toprağı her zaman yanına aldı.
Sanatını geliştirmek, ve Polonya’nın adını duyurmak için Parise gittikten kısa süre sonra ülkesi işgal edilince arkadaşlarının yanında olmak için geri dönmek istedi.
Fakat ailesi ve dostları onun Polonya’nın bağımsızlık mücadelesini savaşarak değil, eserleriyle vermesi gerektiğine inandırdı.
39 yaşında (1849) Pariste verem hastalığından öldüğü zaman cenazesinde vasiyeti üzerine Mozart’ın Ölüm Duası okundu.
Yine isteği üzerine, kalbibedenindençıkartılaraközlemiyleyaşadığıPolonya’yagönderildi.
.
Ayfer Tunç'un çok farklı ve yaratıcı bir yazma şekline sahip olduğunu düşünüyorum. En son Suzan Defter kitabını okuduğum zaman da böyle düşünmüştüm. Kimin aklına gelirdi kitabın bir tarafına adamın diğer tarafına da kadının günlüklerini yazmak...
Aziz Bey Hadisesi de işte öyle bir kitaptı. Kitabın başından itibaren Aziz Bey'in bir
Postane Caddesi'ne girerken hafifçe sola dönüyorum, pazarın arkasındaki sokaklarda yürürken arkamda ıslak yolda bisiklet tekerleklerinin çıkardığı sesleri duyabiliyorum. Bildiğimden haberim bile olmayan görüntüleri ve kokuları özlüyorum. Ne zaman gördüğümü bile hatırlamadığım manzaralar inanılmaz detaylarla gözümün önüne geliyor ve yoklukları canımı yakıyor. Bu hasreti neden bir türlü üzerimden atamıyorum bilmiyorum. Neden bir yer başka bir yerin yerine geçemiyor?