Çıplak gözle kaç galaksi görülebilir?
Beş bin? İki milyon? On milyar?
Hayır, sadece dört tane görebiliriz. Aslında oturduğumuz yerden sadece iki tane görebiliriz. Bunlardan biri de içinde bulunduğumuz Samanyolu'dur.
Evrende 100 milyardan fazla galaksi bulunduğunu ve bunların her birinde de 10 ile 100 milyar arası yıldız olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda bu durum biraz hayal kırıklığı yaratır. Dünyadan çıplak gözle sadece dört galaksi görülebilir; bunlardan da her yarımküreden iki tane olmak üzere sadece yarısı aynı anda görülebilir. Kuzey Yarımküre'den Samanyolu ve Andromeda'yı görebilirken, Güney Yarımküre'den Büyük ve Küçük Macellan Bulutları'nı görebiliriz.
Stephen Jay Gould:
"Evrimin hiçbir yanlış yorumu, evrimin hayatın kaçınılmaz olarak sürekli ileriye doğru gelişmesine yol açtığı varsayımı kadar yaygın değildir."
ABD'li kardiyolog Dr. Davis hibrit buğdayın içerdiği "Amilopektin A" maddesinin toz şekerden bile daha hızlı kan şekerini yükselttiğini tespit etmiş. Hibrit buğdaydaki bu madde şeker metabolizması ile oynayarak ve açlık hissi yaratarak kalp ve şeker hastalıklarına sebep oluyor.
Bu buğday yendikten 90 dakika sonra kan şekeri tavan yapıyor. Bunun üzerine beyin pankreasa emir veriyor ve aşırı yükselen kan şekerini düşürmek için bol miktarda insülin salgılatıyor. İnsülin salgısı kan şekerini düşürüyor ve kan şekerinin düşmesi iki saat sürüyor.
Yani buğday ürünlerini yedikten iki saat sonra tekrar acıkılıyor ve bunun üzerine tekrar yemek yeniyor. Bunun sürekli tekrarı sonucu kilo alınıyor ve kan insülin seviyesi sürekli yüksek kalıyor.
Sonuçta daima insülin uyarısına maruz kalan hücrelerde insülin direnci gelişiyor ve insülin hormonu yağ yapımını arttırıyor. Bunun sonucunda glukoz metabolizması bozuluyor ve çok geçmeden de Tip 2 Diyabet hastalığı başlıyor.
Çölyak hastalığını duydunuz mu?
İnce bağırsakta, buğday, arpa, çavdar, yulaf gibi tahıllarda bulunan glutene karşı kronikleşen alerjik hassasiyettir.
İlk defa 1953 yılında Hollandalı Dr. Dicke çölyak hastalığını tanımladı ve buğdayın içindeki glutenle ilişkisini gösterdi.
O tarihe kadar çölyak dikkat çekmeyecek kadar az görülen bir hastalıktı. Şimdi çok görülmeye başlandı. Çünkü yaratılan buğdayın, atalarımızın tükettiği buğdayla herhangi bir alakası yok! En basitinden bugün bizim yediğimiz buğday, atalarımızın tükettiğinden yüzlerce kat fazla gluten içeriyor.
Son yıllarda çölyak hastalığının korkunç bir hızla yayılan problem haline gelmesinin sebebi, buğdayı ıslah etme adı altında yapılan çalışmalar sırasında buğdayın içindeki glutenin yapısal değişikliklere uğramasıdır.
Genetiği değiştirilen buğday, vücudun gluten dayanıklılığını yok ediyor ve çölyak hastalığına sebep oluyor. Bu hastalık ise hazımsızlık, iştahsızlık, saç kaybı, halsizlik, depresyon, baş ağrısı, kas spazmları, anemi, sebebi bilinmeyen vücut ağrıları, kısırlık, romatizmal hastalıklar, vitamin yetersizlikleri, vücut döküntüleri gibi sorunlara sebep oluyor.
Kuzey Buz Denizi'nde yer alan Norveç...
Svalbard Takım Adası...
Spitsbergen Adası...
Kaya içinde 120 metrelik derinlikte "Felaket Ambarı" inşa edildi.
Resmi açıklamaya göre bu depo her türlü nükleer saldırıya karşı dayanıklıydı.
Ambarda 775.000'e yakın tohum vardı.
Norveç hükümeti tarafından 2008 yılında yaptırılan tohum deposu, Uluslararası Gıda Örgütü'nün emrine devredildi.
Bugün buradaki çalışmaları Uluslararası Gıda Örgütü yürütüyor. Finans kaynağını ise Rockefeller, Henry Ford, Syngenta ve Bill Gates Vakıfları sağlıyor.
Değişik ülkelerde 1757 adet tohum bankası varken küresel güçler bu "ambara" neden ihtiyaç duydu? Tohum deposunun başındaki Margaret Catley - Carlson'un Rockefeller Vakfı çalışanı olması bize bir ipucu veriyor...
Harvard Üniversitesi'nde "insanın evrimsel biyolojisi" konusunda çalışmalar yapan Prof. Daniel E. Lieberman "İnsan Vücudunun Öyküsü" kitabında şunu yazdı:
Biz sağlıklı olmak için evrilmedik. Bunun yerine çeşitli ve zor şartlarda fazla çocuk sahibi olmak için seçildik. Bunun sonucu olarak, ne yememiz gerektiği, bolluk ve rahatlıkta nasıl egzersiz yapmamız gerektiğine yönelik rasyonel seçimler yapmak için de evrilmedik. Buna ek olarak bize atalarımızdan kalmış olan vücutlarımız, oluşturduğumuz ortamlar ve bazen yaptığımız seçimler arasındaki etkileşimler sinsi bir döngü yaratmış durumda. Vücutlarımızın uyarlanmadığı şartlarda, yapmaya evrildiğimiz şeyleri yaparak kronik hastalıklara yakalanıyoruz ve sonrasında bu hastalıkları çocuklarımıza miras bırakıyoruz. Ardından onlar da hasta oluyorlar. Bu zalim döngüyü durdurmak istiyorsak sağlıklı bir yaşamı destekleyen besinleri yemek ve fiziksel açıdan aktif olmak için saygılı ve makul bir şekilde özen göstermemiz ve bazen de kendimizi zorlamamız gerekiyor. Bu da yapmak için evrildiğimiz şeylerden biri.
Emile Durkheim'ın ortaya attığı bir kavram var:"Anomi". Toplumsal hayattaki değer karmaşasını ifade eder. "Yabancılaşma" da denilebilir. Kavramın öncülerinden Ludwig Feuerbach şu sözü boşuna söylemedi: "İnsan, yediği şeydir".
Fransız sosyolog Claude Fischer "Anomi" kavramına 1980 yılında yaptığı ek ile "Gastro - Anomi" kavramını türetti. Kavramla anlatmak istediği: Üretimden kopup pazara muhtaç hale getirilen insanın, gıda ve beslenme konusunda kafası çok karıştırılıyor. Tüketicinin ilgilendiği tek konu hangi ürünün, hangi koşullar altında, nerede ve kimler tarafından üretildiğinden çok, istediği ürünü en ucuza kolayca nerede satın alabileceği!
Haklı...
Geleceğimiz yani Türkiye'nin yarınları günümüzdeki tabloyu değiştirebilmemize bağlı. Medyayı değiştirebiliyor muyuz, yargı sistemine çeki düzen verebiliyor muyuz, üniversiteler ayağa kalkabiliyor mu, eğitim ve yargı reformu yapaliyor muyuz, fırsat eşitliğini sağlayabilecek miyiz, başta meclis olmak üzere bütün toplumsal kesimlerde kadın temsiliyetini %50'lere çıkarabilecek miyiz, toplumdaki kutuplaşmayı sona erdirip örgütlü bir toplum olabilecek miyiz? Geleceğimiz işte bu soruların cevaplarında saklı.
Eleştirel düşünce ve sorgulamamak toplumumuzda pek yaygın olmayan meziyetler. Toplum olarak sorgulamıyor ve kolay unutuyoruz. Unutuyoruz, çünkü okumuyoruz. Görsel bir toplumuz. Okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan, hafızası olmayan, korkularının ve hafızasızlıklarının esiri olmuş bir toplumuz ama iyi kalpli, yürekli ve yardımsever insanlarız aynı zamanda. İşte benim de yapmaya gayret ettiğim şey, insanları umutlandırmak, korkularını yenmelerine yardımcı olmak ve unuttuklarını onlara hatırlatmak.