Uzun zamandır Zweıg okumuyordum ve bu kitaba başladığımda Zweıg'ın uzun cümleleri beni çepeçevre sardı.
Yazarın kitapları her ne kadar genelde kısa eserler olsa da ben okumakta ve kitabı anlamakta zorlanıyorum. Fakat Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat oldukça akıcı ve okuması kolay bir kitap oldu benim için.
Kitap bana şunu sorgulattı ; Acaba bir insan hakkında yorum yaparken yaşadığı şeyi yaşamamış olmamız mı bizi bu kadar acımasız yapıyor yoksa olayın başrolünde bir kadın olduğundan mı bu kadar gaddarız?
Toplumla ayrı fikirde olmayınca neden insanlar tarafından dışlanırız?
İnsan düzenli bir hayat çizgisinde devam ederken mi yaşar yoksa bazen sadece uzun bir hayatı sıradan bir şekilde geçirip yaşanmış mı sayar?
Ya da karakterimizde olduğu gibi uzun bir hayatı sadece yaşadığını hissetmek için 24 saate mi sığdırır?
Yaşadığını hissetmiyorsan, yaşamış olmazsın. Uyumadan önce TV. Açıp sesle uyumak gibi... Bilinç altında vardır konuşulanlar ama artık seni engelleyenlerdir sadece. Temizlenmesi gereken çalılar.
Benim okuduğum ilk Orhan Pamuk kitabıydı ve maalesef hayal kırıklığına uğradım. Kitabın yarısına gelene kadar kitap akmadı. Sanki sürekli aynı şeyleri tekrar edip durdu. Açıkçası bitirmek için okudum.
Duvarlardan tutuna tutuna Oğuz’u aramak için yürümeye başladım. Oğuz ağlayamazdı. Yapamazdı. Kesin, bir köşede bacaklarını toplamış, öylece duruyordu o bilirim...
Sayfa 311 - tabii ki de para vermedim yayıneviKitabı okudu