Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Muzeyyen

Muzeyyen
@muzeyyyen
31 okur puanı
Aralık 2018 tarihinde katıldı
Onlara resmî olarak “göçmen kökenli gençler” deniyordu, gündelik hayattaysa Beur ve Black’in daha erdemli versiyonu, Araplar ve Siyahlar. Bilgi işlem uzmanı, sekreter ya da güvenlik görevlisi de olsalar, kendilerine Fransız demeleri, henüz hak etmedikleri bir şanı gasp ediyorlarmış gibi, alttan alta münasebetsizlik olarak görülüyordu.
Reklam
Siyasetçiler televizyon kanallarında, müzik eşliğinde şaşaalı ve trajik etki uyandıran stüdyo programlarında boy gösteriyor, sorguya çekilmeyi kabullenmiş ve hakikatleri anlatıyormuş gibi yapıyorlardı. Hiç duraksamadan onca rakamı sayıp dökmelerini, hiçbir konuda teklememelerini görünce, insanın aklından ister istemez soruları önceden bildikleri geçiyordu.
Dünyada geçerli olan yeni varoluş biçimi “gevşeklik”ti, başkalarını takmamanın ve kendine güvenin karışımı spor ayakkabılarla “rahatlık” devri.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Mesleğini daimî bir yetersizlik ve sahtekârlık olarak yaşıyor, günlüğüne “öğretmenlik içimi acıtıyor” yazmış. Yeni şeyler öğrenme ve deneme arzusuyla, enerjiyle dolu, yirmi iki yaşındayken yazdıkları geliyor aklına, “Yirmi beş yaşına geldiğimde kendime verdiğim sözü tutmazsam, bir roman yazmazsam, intihar ederim.” Daha o zamandan fazla durmuş oturmuş bir yola girdiği için ıskaladığını hissettiği Mayıs ‘68’in ne kadar payı var aklından atamadığı sorunun temelinde: “Başka türlü bir hayatta daha mutlu olur muydum?” Kendisini evlilik ve aile hayatının dışında düşünmeye başladı.
Görüntüleri çeken o, kocası yani. Kadın çocukları okuldan aldıktan sonra onlarla beraber alışveriş yapıp eve dönmüş. Film makarasının kutusundaki etikete bir başlık konmuş: Aile Hayatı ‘72-73. Filmleri çeken hep o. Kadın dergilerinin ölçütlerine göre, dışarıdan bakınca giderek sayıları çoğalan, otuz yaşında, aktif, kadınsılığını korumaya ve modaya uymaya özen gösteren, işiyle anneliği bağdaştıran kadınlar kategorisine dahil. Bir gün içinde gittiği yerleri (okul, Carrefour, kasap, temizleyici vb.), Mini Austin’le kat ettiği yolları (çocuk doktoru, büyüğün judo dersi, küçüğün çamur atölyesi, postane) alt alta koyup sıralarsak ve her işe (dersler, ödevlerin ve sınav kâğıtlarının okunması, sabah kahvaltısını ve çocukların kıyafetlerini hazırlama, çamaşırların yıkanması ve yerleştirilmesi, öğle yemeği, alışveriş – ekmek hariç, ekmeği iş çıkışı o getiriyor) harcadığı zamanı hesaplarsak şöyle bir manzara çıkıyor: ev içi ile ev dışı arasında, ücretli emek (2/3) ile çocukların eğitimi de dahil ev içi emek (1/3) arasında bariz eşitsiz bir paylaşım çok geniş bir yelpazede görevler çok sayıda, çok sık ticari mekânlara gidip gelme programlanmamış zamanın hemen hemen hiç olmaması. Bu hesaplama –ki o ne bir buluş ne de dönüşüm gerektiren bu zorunlulukları hızla yerine getirmekten adeta gurur duyarak böyle bir hesap yapmıyor– yeni ruh halini anlatmak için yetersiz kalır.
Reklam
Aile içi anlar düşündüğü değil, hissettiği anlar. Gerçek düşünce diye kabul ettiği düşüncelerse yalnızken ya da çocuğu gezdirirken geliyor zihnine. Ona göre gerçek düşünceler insanların konuşma ve giyim tarzları, kaldırımların yüksekliğinin pusetler için uygun olup olmadığı, Jean Genet’nin Paravanlar’ının yasaklanması ya da Vietnam Savaşı üzerine kafa yormak değil, kendine dair meseleler üzerine, olmak ve sahip olmak, varoluş üzerine düşünmek. Bir anda gelip geçen, başkalarına ifade edilmesi imkânsız duyumları derinleştirmek; yazacak zamanı olsa –artık okuyacak zaman bile bulamıyor– kitabının malzemesini de bunlar oluştururdu. Günlüğüne çok nadir elini sürüyor, sanki aile çekirdeğinin birliğine karşı bir tehdit teşkil ediyormuş gibi, bir içsel dünyaya artık hakkı yokmuş gibi. Şöyle yazmış: “Artık hiçbir fikre sahip değilim. Hayatımı açıklamaya çalışmayı bıraktım” ve “tam bir küçük burjuva oldum çıktım.” Önceki amaçlarından saptığı, sadece maddiyatla uğraştığı hissine kapılıyor. “Bu sakin ve konforlu hayata yerleşip kalmaktan, farkına varmadan yaşayıp gitmekten korkuyorum.” Günlüğünde asla yer almayan şeylerin hepsinden vazgeçmeye hazır olmadığının bu tespiti yaparken bile farkında.
Zaman, mesai, kreş, banyo, çizgi film saati, cumartesi alışverişi arasında bölüştürülüp düzene sokuluyor, mekânsa giderek daralıyordu. Düzenin mutluluğunu keşfediyorduk. Kişisel projelerin –resim, müzik yapmak, yazmak– gitgide uzaklaştığını görmenin getirdiği melankoli, aile projesine katkıda bulunmanın tatminiyle telafi ediliyordu. Bizi bile hayrete düşüren bir hızla, hepimiz çok sıkı dokunmuş ve yerleşik minik hücreler oluşturuyor, genç çiftler ve yeni anne babalar kendi aramızda görüşüp birbirimizi davet ediyor; bekârları aylık faturalardan, Cici Mama konservelerinden, Dr. Spock’tan bihaber, olgunlaşmamış bir tür olarak görüyor, özgürce gezip tozmalarına belli belirsiz içerliyorduk.
İlkokul ya da ortaokul diploması almak bir hadiseydi, dereceye girenlerin isimleri gazetelerde yayımlanırdı. Başaramayanlar, daha o yaşta küçük düşmenin yükünün ne demek olduğunu tecrübe ederdi. Onlar kabiliyetli değildi. Dört bir tarafta atılan eğitime övgü nutukları, eğitimin ne kadar hasis bir şekilde pay edildiğinin de üzerini örtüyordu. Ortaokul yılları boyunca aynı sırayı paylaştığımız, sonrasında çıraklığa verilmiş ya da meslek kursuna kaydolmuş bir arkadaşımıza rastladığımızda durup da onunla konuşmak aklımızdan bile geçmezdi. Aynı şekilde, kış sporlarından yüksek sosyal konumunun nişanesi olan güneş yanığı tenle dönen noterin kızı da okul dışında bizim yüzümüze bakmazdı.
Demek istediğim. Muhterem gençler. Muallimleriniz, bendeniz ve tabii protokolde oturan bürokratlar kadar cehalet illetine duçar olup yalnızlık lanetine tutularak vahşet mertebesinde mutsuz olduğunuzda en büyük teselliyi iPhone’unuzun dokunmatik ekranında bulacaksınız. Muhtaç olduğunuz kudret internetteki alışveriş sitelerinde mevcuttur. Kızlara tavsiyem J’adore’dan şaşmayın Erkeklere nasihatim J’dore’u takip edin”
Sizi temin ederim İstiklal Harbi hayatımın en manidar vakasıydı şu anda dilimin altında duran Vivident’le dahi irtibatını kurabiliyorum. 1919’daki salgında tüm askerler grip olmuştu. Ordu, askerî bir düzen içinde hapşırıyordu. Geceleyin nöbetçilerden biri aksırdığında, diğerinin ‘Çok yaşa’ demesine kalmadan vuruluyordu. Şöyle: ‘Haaapşuu!’ Duf! ‘Çok yaşa!’ Ecel beni de ofsayda düşürdü. Kaç ölüye ‘Çok yaşa’ demişliğim var. Uyumazdık. Sizi mıhlamaya ant içmiş bir ordu civarda fink atarken uyumak riskli bir lüks. Ölüme en çok benzeyen uyku, savaşta uyunandır. Biliyor musunuz sizler gibi ben de Swatch takmak arzusundayım. Dolayısıyla mahkemeye müracaat edip yaşımı küçülteceğim. İçimden bir ses, milis komutanımız olan rahmetli Ethem Yahya Bey’in sesi, 97 yaşından gün almışların Swatch takmaması gerektiğini söyleyip duruyor.
Reklam
“Bana bir bak Civan Ben, ölü ile dirinin meleziyim. Artık yaşlanmıyorum bile. Tepeden tırnağa ölüm belirtileriyle doluyum. Herhangi bir uzman, bana en fazla iyi dileklerini sunabilir. Bu da ne demektir, evlat” “Ne demektir?” “Bundan sonra şansım yaver giderse, ancak mezarımdan petrol fışkırır.”
Cami, terminal gibidir. Cemaatin, çoğunluğu teşkil eden yaşlı üyeleri, öbür dünyaya gitmek üzere burada her gün 4-5 defa toplanır. Fakat camide daima rötar vardır. Ecel, beklendiği yere bile davetsiz misafir sıfatıyla gelir.
Dünyayı değiştirecek kapasiteye sahip kişiler, genellikle, hayatta kalma konusunda beceriksizdirler.
“Biz savaşı CNN de izleyemedik." Philips LCD televizyonlar yoktu. Muharebeyi uzaktan kumanda edemedik. Siperde, bombardıman dinince Dardanel ton balığı konservesi yiyip Sütaş ayranı kafaya diktikten sonra afiyetle bir Marlboro tüttüremedik. Yorgunluk kahvesini ancak harpten 70 sene sonra höpürdetebildim: Jacobs Gold. Görüyorum ki sizler atletizmin dikenli yollarında Adidas’larınızla son sürat ilerliyorsunuz? Biz ise şehitlerin ayağındaki kara lastikleri söküyorduk. Yaylım ateşi başlayınca yalınayak yayalık tat vermiyordu zira. Fast-food, benzinci ve banka tabelaları bir anda kayıplara karışsa insan dımdızlak ayazda kalmaz mı? Burger King, Shell, Garanti Bankası... İşte size içinde ilelebetyaşayabileceğiniz bir üçgen.
Annemin sütlü kahve fincanıyla yapış yapış olmuş Les Bonnes Soirees sa­yılarındaki hikayelerle Kafka'nın Şato'su arasında kosko­ca bir dünya olduğunu görüyordum. Mesafe, içine doğduğum dünyayla sürekli açılan mesafe..
115 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.