Seninle benim aramda olan şey bir mucize, benim sözlerim ve senin gözyaşların; bunlar, görünmez bir elin içimizdeki kör dünyadan çekip çıkardığı aydınlanma mucizesi.
Tomurcuklar açan bu kadın gönlüne giden yolun üzerindeki de aynı mucizevi etkiyi yapan yıldızlar değil miydi; bunlar, Tanrı ve sevgi, Esther'in ve her şeyin içinde ve bir değil miydi?
Meselâ 1937de, İsmet Paşa ile Mustafa Kemâl Paşa fenâ münâkaşa ederler, araları açılır. "Bu memleket rakı sofralarında idare ediliyor" diye haykırır İsmet Paşa. Mustafa Kemâl Paşa da "bu ülkeyi rakı sofrasında idâre eden sarhoş seni yarattı" diye cevap verir.
"Padişahım ben savaştan kaçmıyorum. Osmanlı Devleti uzaktan kükremiş bir aslana benzemektedir. Bu heybeti ile bir çok Avrupa devletini korkutmaktadır. Şayet savaşa girecek olursak düşmanlarımız kükremiş aslanın ağzında dişi, pençelerinde tırnaklarının olmadığını göreceklerdir. Dişi ve tırnağı olmayan bir aslanın parçalama gücü var mıdır?"
Avrupa'da "Türkler'in yenilmez" olduğu anlayışını doğurdu. Din adamları Türkler'in, işlenilen günahlar sebebiyle Allah tarafından gönderilmiş bir ceza, Tanrı'nın gazabı veya lanetli olduğunu söylüyorlardı. Osmanlılar, Tanrı'nın kırbacıydı.