Ne olabilirdi ki, ne bekliyordun bu mağlubiyetin sonunda? Bu müthiş yenilginin sonunda sana bir madalya mı takmalarını bekliyordun? Bilmez misin madalyalar sadece kaybedenleri avutmak için küçük BÜYÜK bir kandırmacadır. Biliyorsun ama sana ille de oynayacaksın ve kaybedeceksin dediler. daha oyuna girmeden kaybedeceğini bilmiyor muydun? Evet. Ne bekliyordun kaybettikten sonra etrafına toplanıp müthiş oynadın, çok güzel bir mağlubiyet aldın hayata karşı. Seni alkışlamalarını mı bekliyordun? Çevrende kalacaklarını mı düşünüyordun. Aa hayır herkes biliyordu kaybetmenin bulaşıcı olduğunu ve seni oracıkta bıraktılar, tek başına, yapayalnız.. Kaybedenler mi yalnız yoksa yalnızlar mı kaybeder bilmiyorum ama emin olduğum tek şey ikisinin de çok yakın arkadaş olduğu ve birbirlerine çok iyi davrandıklarıdır
Aslına Huuu... Nesline Huuu!..
Vakti zamanında bir hükümdar, vezirlerine şöyle bir emir vermiş:
– Tebaamdan bana Hızır Aleyhisselâm’ı bulup getirecek bir kul var mıdır, araştırılsın!..
O günden tezi yok memleketin dört bir yanına tellâllar çıkartılmış. Ancak kimsenin bu işe cesaret ettiği yok! Meğer devlet elinin erişmediği uzaklarda bir yerde
nedense aynanın içinden çıktıktan sonra
yüzümdeki acıların derin kesikleri
ve
yaralarımdan boşalan o kanlar
birden
öyle birden
birden ve ansızın unutuluveriyor üzerimde
o aynanın içerisindeki adamın üzerinde
ben kim miyim
bilmiyorum
zaten soranda olmaz be çocukluğum
ki zaten
hiç bir şey
hiç bir şeyde olsa mutluluktan
değişmedi
ne bekliyordun
ne bekliyordun ki
şapşal şey
ufaklık
"Evet,benim" dedi kadın."Hayatını mahvettiğin kadın."
Milvelton güldü ama sesindeki korku çok belliydi."Çok dik kafalıydınız" diye konuştu."Neden o son adımı atmama izin verdiniz ki?Bir sineğe bile zarar verecek biri değilim ama herkesin yapması gereken bir iş vardır.Ne yapmamı bekliyordun ki?İstediğim para,
“Ulan biz de okuduk,” dedi yüksek sesle.
“Biz de yüksek okul bitirdik, ne yani!”
Kızgındı. Vurmasını bekliyordun.
“Bize de sizlere okutulan kitapları okuttular.
Bir sürü kitap okuduk. Biz de biliriz kitabın değerini.”
Bunları derken, ortadaki kitap yığınına yaklaşmıştı.
Ter kokusu, ahır kokusu uzaklaşıyor diye sevinmiştin, ama...
“Sizin kafanızı bozmuşlar, kafanızı!” diye bağırdı ve,
birden, yığının ucunda, tam önünde duran kırmızı ciltli
kalınca bir tarih kitabına olanca gücüyle bir tekme yapıştırdı.
Kitap, yeri sıyırarak kaydı, kapının yanında, duvarda patladı.
“Ya bu kafayı değiştirirsiniz ya da kafanızı koparırız, anladın mı?”
Köşede, duvarın dibinde kırmızı cilt kapağından kopup ayrılan,
iki yana açılıp kalan sayfalar, birbirinin üstünden fısıltıyla kayıp kapandılar.
O anda dünyanın bir köşesinde, akşamın o ayrılık saatinde
bir çiçek sessizce taç yapraklarını kapatıp sonsuz
uykulara daldı; bir günlüğüne doğmuş, bir günlük doyumsuz
yaşamını tamamlamış küçücük bir çiçek boynunu büküp öldü.
Sonra o ayrılık saati gelmiş olmalı ki, her şeyin altüst edildiği odalardan
çuvallara tıkabasa doldurulan kitaplarla birlikte seni de alıp götürdüler.
Sayfa 18 - Can Yayınları - 1975 Orhan Kemal Roman ArmağanıKitabı okuyacak
nedense aynanın içinden çıktıktan sonra
yüzümdeki acıların derin kesikleri
ve
yaralarımdan boşalan o kanlar
birden
öyle birden
birden ve ansızın unutuluveriyor üzerimde
o aynanın içerisindeki adamın üzerinde
ben kim miyim
bilmiyorum
zaten soranda olmaz be çocukluğum
ki zaten
hiç bir şey
hiç bir şeyde olsa mutluluktan
değişmedi
ne bekliyordun
ne bekliyordun ki
şapşal şey
ufaklık
İlgisiz bırkanın sevildiği Dürüst olanın kovulduğu İyi yalan söyleyenin kazandığı Sebepsiz gidenin unutulmadığı Gitmek istemeyene gurursuz dendiği Değerbilenin gözünden yaş düşmediği Ağlatanın güldüğü bir hayattan beklentin Ney