Kaygı da geçer, sevinç de. Yeter ki ölmeyegörsün insan. İster başında taç, ister boynunda vergi; sonun toprak olduktan sonra ne fark eder! İster zenginlik içinde yıldızlara değsin başın, ister yoksulluk çekip zindanlarda çürüsün gövden; ölüm kapısından girdikten sonra her şey biter; bütün insanlar o gün varlıkla yoklukta eşit olur. Ecel, başa gelince; insan, tanınmaz olur. Bilene, padişahlık başa beladır. Dilencinin görünüşüne aldanma, gerçek padişah odur.
"Ey aşk! Sen benim hânumânımı vîrân ettin ve beni ser-geşte-i vîrân ettin. Cümle ettiğin va'deler yalan çıktı. Benim kasd-ı helâkim etmişsin. Bu ne hîle idi ki tarh ettin ve beni hânumânımdan dûr u mehcûr ettin. Benim mülküm ma'mûr ve yerim râhat ve sürûr idi. Mülk-i ma'şûkî ile bana karîb verdin ve ondan yüzüme bir kapu dahi açmadın ve bir rûzgâr diyâr-ı âşıkîde beni garîb ve gûnâgûn belâlardan bana nasîb ettirdin ve ol mülkte yüzüm suyun döktürdün ve beni yer yer gezdirip âhir beni vatanıma getirdin ve hâlâ vatanımı bu hâlde buldum ki harâb olmuş ve ona tezelzül ü ıztırâb el vermiş. Allâh Allâh, bu ne bîdâd idi ki sen ettin ve sen ki dâd etmeyesin, feryâd edeyim." dedi
Çün aşk, rûhun hikâyetini işitti ve onu tahayyür âleminde bî-tâb gördü, eyitti ki: "Ey rûh! Senin şikâyetin kimdendir? Hakkâ ki senin yine sendendir. Dil ki hızâne-i idrâktir, onu nazarına getir ve onun hakîkatinden sûret-i ibret gör."