"Belki çocuk doğururken ölecekti, belki yaşlanıp eceliyle, belki savaşırken. Ama ölüme giden yolu şaşmaz ve kaçınılmaz olacaktı, anbean, her atışında kalbinin."
Çantasında pasaportu, cebinde parası vardı. Dudaklarında bir gülümseme oynaşıyordu. Ancak bu ihtiyatlı bir gülümsemeydi çünkü dünya tepedeki küçük mezarlıktan çok daha büyüktü; içinde tehlikeler ve gizemler vardı. Nihayet mezarlığa dönmeden ya da Kır Atlı Hanım'la onun büyük kır atını sürmeden önce, edinilecek yeni arkadaşlar, yeniden keşfedilecek eski arkadaşlar, yapılacak hatalar ve yürünecek pek çok yol vardı.
Ama şimdi ile o zaman arasında Hayat vardı ve Bod gözleri ve yüreği apaçık ona doğru yürüyordu.
İnsan beyni -görülmek istemedikleri müddetçe- Savaş, Kıtlık, Kirlilik ve Ölüm’ü görecek şekilde yaratılmamıştır ve onları görmemek konusunda o kadar iyidir ki, dört bir yanı sarmış olsalar bile görmemeyi başarır.
“Hayır. Hiç de bile. Maddeden ve parçacıklardan oluşmadığı için rüyaların gerçek olmadığını sanıyorsun. Rüyalar gerçektir. Malzemeleri bakış açıları, imgeler, kelime oyunları ve kaybedilen umutlardır ama…”