“Şu uzun, güneşe batıp çıkmış apak gemi nereye böyle nazlı, böyle ışıkla donanmış, pul pul, nereye gider? Onu kimsecikler bilemez, bir tek Salih bilir. Ya şu gökte katar katar olmuş uçan turnalar nereden gelip nereye giderler, hem de nereye konarlar? Şu kocaman kelebeğin yuvası nerede, işte bunu da Salih bilir. Bu kelebekten bin tanesini, mavi, kara işlemeli, kırmızı benekli, bir el kadarını bir arada kim görebilir, Salih. Parmak kadar arılar, ayakları tüylü, yumuşak, sırtları mavi, yanardöner, menevişli, kuyrukları yalım gibi parlak kırmızı çakan, halkalı, kim tutar onları, tutup da bir gün sabahtan akşama kadar gözlerini kırpmadan kim seyredip suretlerini kafasının içine olduğu gibi nakşedebilir, kim, elbette Salih.”